Huyumda kuruyan incir çiçeği
Nice yaz birikintisiyle uzandım yüzüne
Uçurtmalar eskittiğin şu göğsümde
Seni bir delinin telaşıyla aradım evlerde.
Evler… Evler ki eski ve tozlu
Yüzünün solgun aynalarına pencereler aç
Aynalarda yaratılacak gün doğumu.
Geniş zamanlı yarınlara inanmıştım bir keresinde
Çiçekli mendiller iliştirdim göğsüme
Gözlerine dokunurlar diye…
Nasıl da haylazdı zaman, odalara birikirken
Sessizliğin de hakkı vardı ağzımda cümleler yitirilirken
Kursağımda kalan küflü bir taş, ben yosun sanıyorum
Boğazıma sıkışan çaresizlikten deniz tuzu topluyorum
İkimiz tekiz, teklik iki gövde emin oluyorum
Bizi bir rüyada uyku diye sayıklıyorum.
Tahammüller avlayan korkak sabrım
Tahayyülünde noksan kalan yarım aklım
Rasladıkça sana yanan şu bağrım
Melek toprağından yaratıldığına inanır.
Evvel zamanlar içindeyim,
Zamanın dışında kalıyor sensizlik
Gölgeler arıyorum güneş tepelerinde
Dedim belki de kalbinden gitmekti evsizlik
Evler… Evler ki yalnız ve hissiz.
Evvel zamanların ortasındayım
Zehirli elmalar gittikçe tatlı
Prensesi öldüren de haklı
Güzelliğin avratotunda zehir diye saklı
Asırlardır cennete inanıyorum
Seni bir kuyuda su diye koynuma çekiyorum
Başımda bin türlü dünya telaşı
Aşk tuzla buz, kalbinde döner değirmen taşı
Günler çuval içinde, kırk gün geceyim,
Kırk tasla yıkasam da kirli sesleri
Yine de kırk davulla konuşacak sessizliğim
Zencefil kokan çiçekler toplayacağım
Gözlerine benzeyen renklere bulanacağım
Seni kahvelerde,sarılarda, yeşillerde bulacağım.
Bulacağım dedikçe
Siyah’ta matem diye kaybolacağım.
Aramızda küçük kukla gibi şu yalnızlık
İplerini sana bırakacağım.
Akıp giden sularında gemiler selamlayacağım.



