O gün gece yine duvar saati bildiklerini sayıklıyordu, aynı sese eşlik eden o sesi takibe hazır bir ses yükseliyordu. “Konuşup durmaa, senin gibisini görmedim. Kimsin sen? Gittt giiiit!” Makbule Hanım kulaklarını uzattı ve sesi takip etti. Sesler gece karanlığına karışıp kayboldu, aynı her gün eşyaların kaybolması gibi.Makbule Hanım için o akşam yemekte tabaklarda kalakalan düğün çorbası ortalığa tam aksine bir cenaze evi havası estiriyordu. Tüm güzel, yaşanmayı vadeden, bir deftere yazılan sözcükler sanki kalemin mürekkebi bitmiş de duraksamışçasına Makbule Hanım’ın hayatı da oracıkta kavis çizerek yön değiştiriyordu. Onun göz yaşları ve kızının vurulmuş kuş gibi kanat çırpınışları ile yola adeta göz yaşı kuruyacak olsa dahi iz sürülmesini istemeyen bir hissizlikle geceyi de arkasında sürükleyerek palas pandıras evden kendilerini atmalarını gerektiren olay… Her şeyi geride bıraktığı, belki tüm duyu organlarıyla hissettiği hayal kırıklıkları tüm vücudu ile karmaşıklığı içtimaya sokup onu bu hengâmeden kurtarmak istercesine sanki vücut mekanizması kontrolü ele almıştı. Başka yoldan gitmesi için, artık orada kalmaması için çanlar çalıyor, o son bardağı taşıran damla ile gece saat 2’de bir yakınından taksi numarasını alıp taksi çağırıyordu.Kendisini hiç iyi hissetmiyordu evet, ama hala kızını düşünebilmek bilincini yitirmemiş aynı zamanda ona hiçbir şeye üzülmemesi için teselli verirken ben her şeyi alacağım sana, der minik yavrusuna annesi ama çocuk işte. Onun için anlamlı olan birkaç parça bir şey alan kızı biriktirdiği bayram harçlıklarıyla aldığı tabletini de yanına alır. Makbule Hanım ise sadece nüfus cüzdanı ve babadan kalma tarlayı satınca kalan bir miktar parası ona eşlik etsin ister. Taksi gelmek üzereyken alt komşusu ona kararını değiştirecek sesleri yukarıdan aşağı vals eder. O yediği tokat değildir canını yakan, canını yakan bir kadının sağlığının melankolik sesidir. Eylül oradan bir an önce uzaklaşmak için olan telaşını gizleyemiyordu çünkü küçük yaşına rağmen her şey gözü önünde ondan esirgenmemişti. Eylül annesinden daha kararlı ve istekliydi. Hatta ve hatta annesinin gitme kararı değişir diye o saniye gitmeye çabalıyordu, Makbule birçok defa deneyip başarılı olamamamış veya sabahına vazgeçip kaderini değiştirmeyi göze alamamıştı. Taksiye bildiklerindeyse anne hâlâ karanlık yollara sapan şoförün onları farklı yerlere götürdüğünü düşünüyor, iyi niyetli olması için içinden dualar ederek kafası bir sağa bir sola doğru kızı ve dikiz aynası arasında mekik dokuyorken taksici bu tedirginliği sezmiş olsa gerek onu rahatlatmak için konular açıyordu. Makbule Hanım korkusunu gizlemeye çalışsa da gizleyememişti belli ki. Böyle böyle otobüs garına vardılar. Şoförün parasını verip etekleri tutuşmuş gibi oradan hızla uzaklaşır.. Eşi Müfit’in garda onları hala yakalayacağını düşünür Makbule, bir tarafı eşini hala sevdiği için gözü onu ararken bir tarafı yok olmakta ısrarcı. Eylül ise epey korkmuş olsa da daha kendinden emindi. Dayanılmaz bir ürpertiyle tıpkı Gargamel peşlerindeymiş, yakalanmaktan korkan birer şirinlermiş gibi duyguları karmakarışıktı; çok korunaklı olarak gördüğü sığınağı anneannesine gidip oradan uzaklaşma fikri de ona huzur veriyordu.Makbule Hanım üzerinde sadece kırmızı bir tişört ve tuniği, altında siyah bir eşofman ve terlikleri, kafasındaki yasyamuk kaymış örtüsünün iki yanından dağılmış saçları ile fırlamıştı evden, gözlerindeki karanlık o gecenin karanlığında taht kurmuştu. Adeta bir yoksulluk içerisinde tek amacı hiç olmak, çare gördüğü tek şey hiç olmak ki eşinin nezdinde zaten bir hiçti. Yanına bir valiz yapmak da maddi veya manevi eşini hatırlatacak bir şey almak da aklından bile geçmemişti.Ona o an hayatta var olduğunu hissettirecek bir tek annesi Gülizar Hanım vardı, babası dünyadan göçüp gitmiş abileriyse varla yok arasındaydı. Uykuya dalmak ona iyi gelebilirdi fakat gözlerini kapayınca hep bu günden öncesini hep öncesi film kasedinin bir yeri takılmış gibi beyninde raks ediyordu .Bir an kara gözleri karanlığa karıştı, kendinden geçti otobüs koltukları kıyısında, kuzucuğu dizinde. ”Uyu melek yüzlüm, asma yapraklarından yoluna halılar öldüğüm/ Gökten sepetlerle meyve topladım sana/ Bir de entariler diktim elimle/ Papatyalar var etek ucunda, güzel yavrum uyu” Derken gözlerini açtı ve yanındaki tek eşyası olan çantasına elini uzattı onlar duruyor mu diye eliyle aradı sonrasında oh diye bir nefes aldı. Uyandıklarında çoktan memleketine annesinin yanına varmışlardı..Balkonda sanki içine doğmuş gibi onların hallerini gören Gülizar Hanım telaşını gizleyemedi. Bir hayli yaşlı, eşi ölünce daha da zayıf kalmış annesi bir yandan da şeker hastalığı ile mücadele veriyordu, onun da hali içler acısıydı. Makbule “Canım anam” diye öper koklar “anacığım!” . Eylülcük de koşar anneannesine. Gülizar Hanım ise onları anlamak için kendini fazla yormaz felaket çanları önceden çalmıştı, eski toprak ne de olsa… İlk önce kendi halini yok sayıp nasıl rahat ettirir, neler giydiririm diye düşünür taşınır sonra da birkaç üst baş verip torunu ve kızıyla hasret gidermeye bakar. Fakat ters giden şey şu ki: Babası öleli bu evde bir başka gezegene yol alınmış da Makbule ve kızı uzaydan inmişti sanki. Önceleri sevinmiş gibi görünen ev ahalisinin gelişine o kadar da sevinmediğini farkına varır Makbule Hanım, öyle ya Gülizar Hanım hünerli elleriyle her öğün lezzetli yemekleri ile onları memnun ediyor ve maaşıyla onlara bir rahatlık sağlıyordu. Onlar ise onu ihmal ediyor, şekerinin artık ölçülemeyecek denli yüksekte olduğunu şeker aletinin h1 göstergesi bile doğruluyordu zira onlara göre cihazı bozuktu. Bu şekerin yükselişine aldırış eden de yoktu, ilacını bile yalvar yakar getirirlerdi. Gülizar Hanım’ın okur yazarlığı da yoktu. İlaçlarını bile biri yardım etmeden alamıyor, iğnelerini vuramıyordu. Ama o haliyle çarşı pazar göreyim, yemek pişirip taşırayım istiyordu. Oldukça titiz olan Gülizar Hanım onun bir o kadar tersi olan gelininin, yaşlı kadının üstüne çığ gibi yıkmaya çalışılmış olan işleri, beraber yiyecekleri yemekleri yapmasına yardım etmesi için birazcık olsun yükü hafiflesin diye yalvarırca kıvranıp duruyordu.. Ama oğlu Naci Bey’in eşi ev işini hiç sevmiyordu. Makbule’nin de hali ortada eşi o günden sonra arayıp sormamış kuruş yardım etmemekte yemin etmişçesine belki de burnu sürtüp gelir diye sırra kadem basmış gibiydi. Makbule bir şeyler yapmalıydı, yakında kızı okula başlayacaktı. Şimdilik annesi ve yanında oturan Naci Bey’in ailesiyle birlikte yiyip içiyorlardı. Babası sağken buna müsaade etmeyen katı kuralları olan bir adamdı olacakları ön görüyordu muhtemelen. Gülizar Hanım aile için bulunmaz bir nimetken Makbule ile kızı onlar için tam bir külfet olmuştu.Makbule Hanım olağanca düşünüp taşındı orada kalma kararının ara ara değişmeye yüz tutmasının sebebi hep birlikte yaşam sürdükleri abisi ve yengesiydi. Gitmeyi göze alamayan bir diğer tarafıysa annesiydi, elini kolunu bağlamıştı, kötü durumdaydı. Zaman da yoktu, onun aleyhine işleyen okul zili kapısını çalacaktı ve Müfit onunla barışmak ister gibi bir hamlede bulunmamıştı. Makbule’nin komşularından duyduğu kadarıyla aldığı haberlere göre kirayı, elektrik ve suyu ödemeyi bile bırakmıştı. Bu sırada Makbule Hanım’ın aklına doğal gaz faturasının aboneliğinin kendi üzerinde olduğu geldi. Müfit faturalarla bunu borca katlamasın diye hemen o parayla kızını okula yazdırmayı, okul ihtiyaçlarını bir an önce karşılamayı düşünen Makbule hayatına bir yerden tekrar başlamak için doğal gazı kestirip abone parasını aldı. ilk bulduğu işte de çalışmaya karar verdi. Kızı Eylül için yeni okuluna alışmak oldukça güçken annesi Makbule için de onun güvenli olduğunu bilmemek bir o kadar sancılıydı. Makbule eşi ceza evinde olduğu sıralarda bir bunalım geçirmişti ve takıntıları hayatını epeydir zorluyordu bu yüzden kızını bir yere bırakıp işe gitmek veya sosyal bir çevreye adım atmak istememişti, işe gitse de kızıyla tam olarak ilgilenebilecek kimse yoktu. Günlük hayatta da maddiyatsızlığın ve bu rahatsızlıkların mücadelesini sürdürüyor bu sebeple ilaçlarını bile alamıyor ve doktor kontrollerine düzenli gidemiyordu. Şu an ise tek bir şey biliyordu: İlişkisine artık sağlığından vermeye başlamıştı.En sonunda eve yakın bir konfeksiyon atölyesinde işe başlamıştı ki en azından öğlen molalarında eve gidip annesini ve kızını kontrol etsin. Derken yine bir öğlen yemek yemek, yanan sobaya bir iki parça odun atmak için öğlen yemeğine geliyordu.Sesler sokağın diğer ucundan işitiliyordu, sanki mahallede bir insan boğazlanırcasına:” Gitt delii, git dedim! Sanaa neee?” Makbule koşar adım eve gitti, korkuyu ise iliklerine hissediyordu.Kapıyı açmadan eve duvarı deler gibi girmişti ki ne görsün Yenge Fikriye yaşlı kadıncağızı itiyor, çocuklar ağlaşıyor Naci Bey ise uzaktan galesizce televizyona bakıyor arada bir “Yeter eeeh!” diyordu. Naci annesinin verdiği elektrik parasını yatırmamış harcamış, memurlar elektriği kesmeye gelmişlerdi.Makbule ise kendini kaybediyor, aklı dört bir yana savruluyor ve annesini kenara çekip Fikriye ile boğuşuyordu. Fikriye’nin büyük kızı annesine destek çıkmış Makbule’nin üstündekilerini parçalayıp onu dövmeye başlamışlardı. Onlarla abi bile başa çıkamamıştı. Abisinin küçük kızı Melda ve Eylül ise ağlaşıyorlardı. Abi onları son an ayırmayı başarsa da olay karakolda bitmişti… Makbule kara kara bir çıkış yolu düşünmekteyken tamamen maddi olarak kendini yeterli görmediğinden dolayı sadece bir fare yuvasında kapalı gibi arada bir kafasını çıkarıp etrafı gözlemekle yetiniyordu.Günler böyle devam ederken Makbule , Fikriye ile aralarında olup bitenleri sineye çekmişti. Aynı sofrada yeme içmeyi ayırmışlar, mutfak adeta sınırla ikiye bölünmüş hatta evde aralarına ortadan bir çit örülmüş gibiydi. Tüm bunlar yetmez gibi bir de geldiği günden beri evde bir şeyler kayboluyor Makbule önceleri çocuk sanıp aldırış etmiyordu annesiyse malum yaşlıydı unutabilirdi. Anneannesinin Eylüle aldığı bilezik sahte de olsa Eylül tüm eşyaları babada kaldığı için onu önemsiyordu, kendisini böyle mutlu ediyordu. Öte yandan Gülizar Hanım’ın nüfus cüzdanı, odasının anahtarı da yoktu derken mutfaktan çay, pirinç… Makbule Hanım çok dikkatli biriydi ve annesiyle yakından ilgilendiği için nüfus cüzdanını yatağın üzerinde gördüğünden emindi hatta ve hatta anahtarı annesinin kapıda unuttuğunu da gece tuvalete kalktığında görmüştü. Onun dışında gece uyku ile uyanık arası duyduğu sesler: Tuvaletten dışarıya buzlu camdan yengesinin gölgesi vuruyor, anlamsızca saçını yoluyor, kendince biriyle konuşuyordu.. işten geldiğinde kapıyı açmaya uğraşan annesi anahtarı arıyor yine ev savaş alanı gibiyken kızı içeriden “Tabletim yok annee !” derken Makbule Hanım’ın kafası karman çorman olmuştu.. Abi ise hanımını dövüp duruyor, nüfus cüzdanın benimki almış diyordu. Makbule kapı kilidini kırıp sonunda bir şekil odayı açmıştı.Her yeri didik didik arasalar da kaybolan eşyalar yok, yok, yok! Fikriye’yi sıkıştırmaları sonucunda itiraf etmişti ağlayarak “Ben attım tableti kapıdaki çöpe, bakkala gittim geldiğimdeyse yoktu, özür dilerim Eylül, gel barışalım.” der… Tekrar her şey yolundaymış gibi görünse bile Makbule tedirgince anlamlandırması güç bi karmaşada kalmıştı. Yenge camı bir ara kırılmış ama yaptırılma gereği görülmemiş odada kapıyı kilitleyip yalnız yatıp kendi kendine sesleniyordu hâlâ gecenin karanlığına. Bu anlara fazlasıyla şahitlik eder olmuş Makbule yengesinin karşısında biri varmış gibi davranışlarıyla, “Sen yaptın, sen. Git başımdan gitt delii!” gibisinden çıkarttığı seslerle çok sık karşılaşıyordu. Odaya ansızın girilip “İyi misin yenge?” diye sorulduğundaysa “Konuşup duruyor bu be!” diyordu. Makbule iyiden iyiye şüpheye kapılmıştı sağlığı bozuktu yengenin, bir şeyler vardı. Yine o gün eşyalar kaybolmuştu bunları arayıp taramaya başlayan Melda ile Eylül Makbule’ye seslendiler.Her şey konteynırların içindeydi bilezik, pirinç daha bunun gibi birçoğu… Makbule bir kuvvet oradakileri uzanıp alabilmişti ama orada başka bir şey daha vardı….



