Susmanın bile gürültüsü var burada
bir taşın kendine anlattığı sırlar gibi,
duymadığın ama ağırlığını taşıdığın şeyler var
adını koyamadığın değil,
adı çoktan konulmuş ama unutulmuş olanlar.
Gözlerini değil, göz kapaklarını bile açmak istemediğin
bir sabahın tam içindesin.
saat değil zaman durmuş,
ay değil gölge sarkmış gökyüzünden.
gökyüzü?
o artık sadece yukarıda değil,
içinde bir yerde saklanan bir yük gibi—
taşırken büyüdüğünü sandığın ama
aslında sende büyüyen.
“İnsan” diyorsun
ne tuhaf kelime,
“insan”ı üç kere söyle
birinde kendini,
birinde babanı,
birinde hiç tanımadığın birini gör.
El değmemiş bir türkü gibi duruyorsun,
çalınsa ağlarsın,
sussan eksilirsin.
öyle bir ara ki bu—
ne gidilebilecek kadar yol,
ne dönülebilecek kadar ev.
Bir ağaç var hayalinde,
dalı eğilmiş, gövdesi dik.
kökü ne toprağa tutunuyor
ne senden vazgeçiyor.
her baharda yeniden kuruyan bir umut gibi,
çiçek açmakla solmak arasında kararsız.
Bir bulut değil bu gökyüzünde
bir suskunluk geçiyor—
yavaş, ağır, bilerek.
gürlemeyen ama içini çınlatan bir sessizlik bu.
duvarlar duvar gibi değil,
bakış gibi duruyor karşında.
Birinin “sen burada ne arıyorsun?” demesini bekliyorsun.
kimse demiyor.
çünkü herkesin susmakla ilgilendiği bir coğrafyadasın.
Yalnızlık burada kahve değil,
dilimde dağılan bir kelime
“ben” gibi.
harf harf eksiliyorum.
bir gün “e” kalıyor, ertesi “n” gidiyor.
“b” kendini hatırlayamıyor bile.
Tanrıya dua etmiyorsun artık,
çünkü dua cümleyle başlar,
seninse sözcüklerin
evini terk etmiş.
İçinde bir sandal,
küreği kırılmış, suyu unutan.
gideceğin yer yok,
ama dönülecek yer de senden vazgeçmiş.
Çın çın ötüyor yüreğinin kıyısında
dünyanın bitmeyen iç sessizi.
bir yalnızlık değil bu—
bir çoğullukta unutulmak hissi.
Ve sen artık kendini bile
aramanın anlamını yitirmişsin.



