BEYAZ KELEBEK
10 yaşındaki Elif, durmuş trenin kompartımanında canı sıkılmış bir şekilde oturmaktaydı. Annesi Sevim yanında, koltukta oturur pozisyonda uyuyordu. Elif, annesini uyandırmamak için yavaşça ayaklarının ucunda kompartımandan dışarı çıktı. Durmuş olan trenin koridorunda yürüyen Elif, yanından geçerken baktığı her kompartımanda birilerinin uyuduğunu gördü. Daha sonra pencere kenarında, yumruk büyüklüğünde kanatları olan beyaz ve parlak bir kelebek gördü. Sadece Elif’in değil, dünyadaki pek çok insanın bile çok nadir görebileceği bu beyaz kelebeği kovalamaya başladı. Kelebek, durmuş trenin aralık olan kapısından dışarı çıktı. Elif de mutlu bir şekilde kelebeğin peşinden dışarı çıktı. Elif, dışarıda ağaca konan kelebeği nazikçe avucunun içine alarak avucunu kapattı.
Elif’in annesi Sevim uyandı ve yanında Elif’i aradı ama kompartımanda göremedi. Tren durmuştu ve Elif’e seslenerek sağa sola bakmaya başladı. Kompartımandan dışarı çıktı. Koridorda yürüyerek hem diğer kompartımanlara bakıyor hem de bağırarak sesini ona duyurmaya çalışıyordu. Kızını bulamadığı her saniye biraz daha telaşlanmaya başladı. Trenden aşağı indi. Trendeki görevlilerden birkaçı dışarıda adeta birilerini arıyordu. Sevim, koşarak ve endişeli bir şekilde makinistin yanına geldi. Makinist, bir eliyle telefonla konuşuyor, diğer eliyle de Sevim’e işaret parmağını kaldırıp “bir dakika bekle” işareti yapıyordu. Sevim o bir dakikayı bekleyemedi.
“Ne olur yardım edin! Kızımı bulamıyorum.”
“Bir dakika hanımefendi, onunla ilgileniyoruz.”
Sevim şaşırdı. Onunla ilgileniyoruz da ne demekti? Daha yeni kaybolmuştu. Yoksa çok uzun zaman olmuştu da fark mı etmemişti? Onlar nereden biliyordu ki? Bütün bunları düşünürken, Sevim’in de önüne Elif’in karşısına çıkan o beyaz, parlak kelebek çıktı. Önce elini havada birkaç kez savurarak kelebeği uzaklaştırmaya çalıştı ama kelebek dönüp tekrar Sevim’in etrafında uçmaya başladı. Kendini bir anda kelebeği takip ederken buldu. Kelebek önce trene girdi, sonra da Sevim’in çıktığı kompartımana. Sevim de adeta onu çağıran kelebeği takip etti. Kompartımana girdiğinde, kıyafetleri tozlarla kaplı, sırtı dönük ve ölü gibi yerde yatan bir kadın gördü. Kelebek, yerdeki kadının üzerine kondu. Sevim kadına daha yakından baktı ve şok oldu. Çünkü yerde, toz içinde yatan kadın Sevim’in ta kendisiydi.
Elif gözlerini zar zor açtı. Depremde yıkılan bir binanın enkazındaydı. Hiçbir şey göremiyordu ama kazı sesleri duymaya başlamıştı. Hâlâ avucunun kapalı olduğunu fark edip ellerini açtı ve gözlerini alan bir ışık hüzmesiyle gözlerini kısarak bakmaya başladı. Bu ışığın sebebinin kelebek olduğunu sandı. Oysa ışık, arama kurtarma ekibinden birinin kafa lambasından geliyordu. Mustafa, kafasındaki lambanın da yardımıyla birden Elif’i gördü ve seslendi:
“Merhaba, beni duyabiliyor musun?”
“Duyuuyoo…” diyebilen Elif’in yüzü gözü toz içinde kalmıştı. Aslında “duyuyorum” demek istemişti ama yaşadığı şok, yorgunluk ve bitkinlik ağzından çıkanı tamamlamasına izin vermemişti. Mustafa, arama kurtarma konusunda tecrübeli olduğundan, gelen cılız sesi analiz etmesi çok zamanını almamıştı. Tecrübeli olmaktan hoşlanmıyordu, çünkü onun durumunda tecrübe demek daha fazla afetle karşılaşmış olmak demekti. Sonuçta tüm tecrübeler tatbikatla kazanılamazdı. Mustafa, Elif’i konuşturmaya çalıştı.
“Adın ne bakalım?”
“Elif.” Artık ağzını biraz olsun temizlemişti ve daha anlaşılır konuşmaya başlamıştı.
“Elif, benim adım da Mustafa. Bir yaran var mı ya da çok ağrıyan bir yerin? Hareket edebilecek durumda mısın?”
“Biraz omzum ağrıyor sadece ama çok korkuyorum.”
“Korkmanı anlıyorum. Merak etme, ben ve ekibim seni yavaşça alıp dışarı çıkaracağız.”
“Tamam.”
“Elif, yanında kimse var mı?”
“Annem vardı ama o trende uyuyordu en son.”
Mustafa, kızın yaşadığı travmadan dolayı saçmaladığını düşündü.
“Tamam bakalım. Şimdi önce yavaşça seni buradan çıkaralım, sonra annene de bakalım,” dedi ve açılan yerden Elif’i yavaşça, nazikçe kendine doğru çekmeye başladı. Elif artık güvende hissediyordu. Mustafa, küçük kıza biraz su verdi ve yüzünü sildi. Bir yerinin acıyıp acımadığını tekrar sordu; ruhsal olarak zaten hırpalanmış olan Elif’i en azından fiziksel olarak minimum acıyla çıkarmakta kararlıydı. Sonra ekibiyle birlikte yavaş ve dikkatlice Elif’i enkazdan dışarı çıkardı. Kuvvetli gün ışığı Elif’in gözlerini iyice kamaştırmıştı. Enkazdan sağ salim çıkan birini daha gören görevliler, sessiz olmaları gerektiğini bilseler bile kısa bir alkışla bu mutluluğu paylaşmadan edemediler. Sonrasında görevlerine devam ettiler. Elif’in aklına annesi geldi.
“Mustafa abi, annemi de alır mısın? O da trende uyuyordu.”
“Arkadaşlarım şimdi annene bakmak için tekrar içeri girdi.”
Mustafa, küçük kızın annesini canlı kurtarabilmek için tekrar enkaza girdi. On dakika sonra dışarı çıkan Mustafa, yüzü düşmüş bir şekilde Elif’in yanındaki psikoloğa boğazı düğümlenerek kötü haberi verdi. Elif’in annesi ölmüştü. İşte bu haberi vermenin tecrübesi olmuyordu. Mustafa, bu haberi verirken her defasında boğazı düğümleniyordu. Elif, sedyede yarı uyur vaziyette yatarken gökyüzüne doğru uçan beyaz kelebeği gördü ve ona el salladı. Yanında duran hemşire kadın, Elif’in el salladığı yöne doğru baktı ama bir şey göremedi.
Sevim, trende diğer yolcular gibi koltukta uyur bir pozisyondaydı. Herkesin yüzünde bir huzur vardı. Tren, bembeyaz bulutların içinde gözden kayboldu.