Uçurumun Kenarında Bir Protest: Çavdar Tarlasında Çocuklar
Mehmet DEDEOĞLU
ABD’li yazar Jerome David Salinger’in, II. Dünya Savaşı’nın hemen arkasından 1951 yılında yazmış olduğu, Çavdar Tarlasında Çocuklar isimli romanı, modern insanın mutsuzluğuna dair yazılmış bir eser olarak düşünülebilir. Kitapta on yedi yaşındaki Holden Caulfield isimli oldukça aykırı ve marjinal bir karakterin okuldan atıldıktan sonra, üç günlük bir süreç içinde yaşadığı olaylar anlatılıyor. Çavdar Tarlasında Çocuklar, yabancılaşma, büyümenin zorlukları, insanların sahteliği ve erken yetişkinliğin zorlukları gibi temalar üzerinde duruyor.
Çavdar Tarlasında Çocuklar, edebiyat tarihinin seçilmiş en iyi giriş cümlesine sahip romanlarından biri olma özelliğini taşıyor. Romanın giriş cümlesinde, “Anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhâlde önce nerede doğduğumu, rezil çocukluğumun nasıl geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıştıklarını, tüm o David Copperfield zırvalıklarını filan da bilmek istersiniz, ama ben pek anlatmak istemiyorum. Her şeyden önce, ben bu zımbırtılardan sıkılıyorum.” ifadeleri yer alıyor.
Holden, sorunlu bir öğrenim hayatı geçirmiş, çevresinde olup bitenlere karşı duyarlı olan, hassas, kırılgan ve alıngan bir gençtir. Holden’in etrafındaki insanları, sahte ve samimiyetsiz bulması, onun insanlardan uzlaşamamasına neden olmaktadır. Yer yer otobiyografik özellikler taşıyan ve bir karakter romanı olarak kabul edilebilecek olan bu roman okuyucuya, ergenlik dönemini yaşamakta olan bir gencin kısa bir serüvenini aktarıyor.
Bütünüyle kahraman bakış açısının kullanıldığı romanda, okuyucu da doğal olarak dış dünyayı Holden’in gözünden anlamlandırmaya çalışıyor. Edebî ve estetik bir değer taşıyıp taşımadığı tartışmaya açık olan romanda son derece ironik bir üslûp kullanılıyor. Holden, roman boyunca toplumu, yetişkinleri, başta okul kurumu olmak üzere diğer sosyal müesseseleri, öğretmenleri, insanlar arasındaki yapmacık ve iki yüzlü sosyal ilişkileri, hatta kendisini bile alaycı bir anlatımla eleştiren ve sorgulayan günümüz anti-kahramanlarının bir prototipi olarak değerlendirilebilecek, protest bir ergen konumunda bulunuyor. Birçok defa yasaklandığı hâlde dünya üzerinde sayısız dile çevrilen ve en çok okunan kitaplar arasında yer alan bu eserde, abartılı ve yoğun bir şekilde müstehcen ifadeler ve genel ahlaka mugayir bazı anlatımlar bulunuyor.
Bilimsel gelişmeyle paraya kavuşan ama bunun karşılığında sadeliği ve masumiyeti bozulan modern insanın bunalımını, Holden üzerinden anlatmaya çalışan Salinger’e göre, modern insan mutsuzdur. Çünkü insanın moral değerlerini, eğitim ve bilimle gelen dejenere olmuş geleneklere bırakması, insanların mutsuz olmasına yol açmıştır.
Salinger, bütün bunlara rağmen yine de Holden’in samimiyetini ve umudunu şu sözlerle ifade ediyor: “Hep, büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta -yetişkin hiç kimse, yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim. Çılgın bir şey bu, biliyorum, ama ben yalnızca böyle biri olmak isterdim.”
Günümüzde insan ilişkilerine bakıldığında samimiyetin kaybolduğu gözlemleniyor. Birçok kişi, içindeki karmaşık ve kusurlu benliği gizleyerek, bir maske takıyor ve çoğu kimse toplum içinde çıplak gerçeğiyle var olmaya cesaret edemiyor. Bu yapaylık döngüsü de insanları birbirine yabancılaştırıyor. Holden’in çığlığı, bireysel bir acının ifadesi olmasının yanı sıra, modern toplumun insana olan yabancılaşmasının, bireyi nasıl bir keşmekeşe ve yalnızlığa sürüklediğinin bir kanıtı. Onun “sağır ve dilsiz gibi numara yapma” düşüncesi, insanların birbirini anlamaktan ne denli uzaklaştığının acı bir karşılığı.
Ergenlik dönemi, bir bireyin hayatındaki en özel ve en önemli dönemlerden biridir. Eğitimcilerin ve ebeveynlerin bu evreyi yaşayan bireyler üzerinde hassasiyetle durması gerekmektedir. Bu zaman dilimini yaşayan bazı bireyler otoriteye isyan eder, her türlü sistemi reddeder ve toplumsal geleneklerin ve ön kabullerin dışına çıkar. Eğitimcilerin ve ebeveynlerin görevi, söz konusu bu bireylerin kişisel farklılıklarını da göz önünde tutarak, bireyin olumlu ve istendik davranışlar kazanmasına yardımcı olmak ve onlara rehberlik etmektir.
Eğitim kurumları ve eğitimciler, gençleri iyi, doğru, duyarlı ve hassas bireyler olarak yetiştirmelidir. Bu temel hedefe ulaşmak için, okullar müfredatlarına etik değerleri, eleştirel düşünceyi ve empatiyi güçlü bir şekilde entegre etmelidir. Toplumsal sorunlara kayıtsız kalmayan, adil ve vicdanlı nesiller yetiştirmek, eğitimin kurumlarının en önemli görev ve sorumlulukları arasındadır.
Keyifli okumalar dileğiyle…