Tabi ki her şehrin, her köyün bir hikayesi var
Ama hiçbiri benim hikayem değil ki
Benim hikayem Gümüşte
Kıyılarımı dövmekten vazgeçmeyen dalgalarının sesinde
Tuzlu derimi her daim okşayan, dinlemeyi bilene en güzel Ege türkülerini uğuldayan rüzgarında
Güneşin her akşam en majestik vedasına kalkan kadehlerde, hem de her akşam hiç sıkılmadan,
Alacakaranlıkta denizin gümüşe döndüğü o kısacık anda,
Tavşan adasından yüzyıllardır bıkmadan bizi izleyen greklerin
Rüzgara karışan iç çekişlerinde
Benim hikayem Gümüşte
Takıcılar çarşısında aynalı dedenin kolyelerinin yansımasında,
Ayhan’ımın gece yarısı emeğiyle, epoksiyle can verdiği kolyelerin rüzgardaki şakırdamasında,
Fazlı abimin her daim bir kadeh rakısıyla o ağacın dibinde yaptığı sohbetlerde,
Selo’nun mendiliyle terini silerken “sikinti yok” demesinde
Tunç’un kokteyli için yaktığı tarçın çubuğunun kokusunda
Benim hikayem Gümüşte
En büyük aşkımı Gümüşte yaşadım
En büyük aşkımı Gümüşte yitirdim
Ama ben Gümüşten hiç vazgeçmedim,
Gümüşten hiç yüksünmedim
Benim hikayem Gümüşe, kıskanç ve sakınan bir sevgi hikayesi
Çünkü dayanamam Gümüşü, bodruma kaybetmeye
Siz yine gelin akşamları, topuklu stilettolarınızla kumsalımı adımlayım
Ama gümüşü bana bırakın,
Çünkü benim hikayem Gümüşte