Başımı eğip de şekilden şekle girip seni seviyorum, deyivermiştim. Garson elindeki çayı getirip ne yaptın der gibi alaycı bir gülümse ile önüme çayı bırakıverdi. Ellerim titriyor, bir güvercinin yerde gezinirken avcısının elinde yüreğinin çarptığı gibi yüreğim yerinden çıkıyordu. Bayılmakla bayılmak arasında kalıyor, avucumu sıkıyor avuçlarıma giren tırnaklarım canımı acıtıyor ama aldırmıyordum. Bir nevi kendime acı verip kalbimin atışlarını yavaşlatacaktım. Kalbim gazı sonuna kadar açılmış bir lokomotifin dağlardan aşağı frensiz ilerleyişi gibiydi. Bu lokomotifin her şeye yön vermesine karşı duramıyordum. Hareketlerim gittikçe anlamsızlaşıyor vücut koordinasyonumu kaybediyordum. Bir an önce buzdağına çarpıp okyanusun dibini boylayacak bir transatlantik gibiydim.
Frensiz bir lokomotif dağlardan aşağı iniyor hızı arttıkça artıyor makinistinden kayıtsız demir raylarda bir ateş topu gibi ilerliyordu. Ah kalbim…Sen beni öldüreceksin! Nefes alışım deli balı kovanıyla yutmuş bir ayı dengesizliği içindeydi. Hızlıca nefes alıyordum. Yüzümü de bir yanma tutuyordu. Kendimi alevlerin kaynağı bir volkanın kraterinde hissediyordum, kraterin ateşi yüzümü yakıyor ama hiç ses çıkarmadan acı içinde yanıyordum. Kalbimin bu anlamsız dengesizliğine aldırmadan tırnaklarımı avuçlarıma bir daha geçirip seni seviyorum ben, deyiverdim yine.
Karşımdaki, benim yüzümün halden hale girmesine şaşırmış o da ortamın geriliminden etkilenmişti. Hakan sen benim arkadaşımsın ben de seni seviyorum, dedi. Anlamış da anlamıyormuş gibi yaparak durumdan sıyrılmaya çalışır gibi.
Beni bir ordu kovalıyormuş gibi aceleyle:
-Hayır ben kafayı sana taktım, dedim. Durumum hastalıklıymış gibi kendimi acınası, ezik bir varlığa dönüştürmüştüm. Karşımdakinin aa öyle mi sen benim sadece arkadaşımsın ben öyle düşünmemiştim, deyivermesiyle masadan düşen vazo gibi paramparça olmuştum. Bir an önce ortamı terk edip bu işkencenin bitmesini istiyordum. Biri ölmüş de cenazesine gelmişiz ve ölen benim yakınmış gibi karşımdaki beni teskin etmeye çalışıyordu. Tamamen bir boks ringinde ölümcül darbeyi almış, hakemin bir an önce maçı bitirmesini bekleyen boksör gibiydim
-Efendim Beyzacım çok teşekkür ediyorum sen. Saçmalamaya başlamıştım bile. Garsona baktım ve hesabı ödeyebilir miyim, dedim. İçimden kendi kendime espriler yapıyordum, benim hesabım çoktan ödenmiş gibi. Bu işkencenin benim duygularımı alt edişinin bir an önce son bulmasını istiyordum. Bu işkence bir an önce bitmeliydi, hemen kasaya yöneldim. Beyza görüşürüz canım, dedim.
Sokakta yürürken uçar gibiydim sanki bir şeyden kurtulmuştum, kurtulduğum şeyin ne olduğunu bilmiyordum halbuki demin yere serilmiş bir boksördüm ama acılarım hafiflemişti. Ördüğüm duvarlardan kurtuldum diyordum.
Kendimi bir büfenin önünde bulmuştum ve adama şunu dediğimi hatırlıyorum
– Bir otuzbeşlik verir misin abi? Rakıyı aldım sanki bir dünya kupası kazanmış gibi rakıyı koşarak eve getirdim. Ev arkadaşım Abdullah evde yemek hazırlıyordu.
-Ne oldu adamım, dedi.
-Rakı içelim mi beraber, dedim. Hemen rakıyı servis yaptı ve içmeye başladık.
Orhan Veli’nin şiir kitabını aldım okumaya başladım bir şiir ben, bir şiir Abdullah okuyordu.
“Bakakalırım giden geminin ardından
atamam sen kendini denize
serde erkeklik var” dedikçe Orhan Veli’yi anlıyor serde erkeklik vardı atamıyordum kendimi.
Neden bu kadar büyüttüm içimde. Büyüttüğüm bir aşktı işte. Söyledin aşkını kurtuldun. Söyleyiverdim kurtuldum ama vücudum neden hala onun hakimiyeti altında. Abdullah sorup da soruyordu ne oldu adamım diye. Bense kendimce bir hikaye uyduruyorum. Kendimce hikâyede kahraman bendim karşıdaki aptalın tekiydi. Abdullah sürekli bana kendince öğütler veriyordu erkekler hep haklıdır mihvalinden. Bu öğütleri o kadar çok duymuştum ki ne haklısı karşımdaki yine insaflı davranmıştı, halime gülmeden ve beni kırmadan öylece masada kalmıştı. Rolünü yapamayınca sahneyi hüngür hüngür ağlayıp kulise koşan küçük bir çocuk gibiydim.
Yarın olduğunda okula gittim Beyza’ya selam vermeden sınıfta bir sıraya geçtim. Beyza anlamamış bir tavırla arkadaşlarıyla konuşmaya devam etti. Bende bir haller vardı herkes bana bakıyor ne olmuş bu çocuğa der gibiydi. Selam vermiyordum kimseye. Birine sevgimi açmıştım o da beni kibarca reddetmişti ve o kişiyle aynı ortamdadaydık. Hoca anlattıkça ben yalnızlaşıyordum. Yalnızlığa düştükçe ortamı terk etmek istiyordum. Birden ayağa kalktım hocaya lavaboya gidebilir miyim, dedikten sonra ortamı terk ettim. Günlerce evde tek başıma yatağımda kaldım. Bazen arkadaşlarım geliyor, hastayım çok diyordum. Yatakta kaldıkça kendimi bir boşlukta hissediyordum bir an önce bu karanlıktan bu yalnızlıktan kurtulmak istiyordum. Bazen kendimi sokaklara atıyorum sokaklara attığımda da karamsar yalnızlığın içindeydim. Beyza’ya kendimi ifade edemedim karşımdaki de beni anlamadı ve bunu nefrete dönüştürdüm bu nefretten de kurtulmalıyım dedim. Onunla konuşmuyor, ortamlarına girmiyor, ondan nefret etmeye çalışıyordum. Çünkü başlayamayan aşkın ilacı nefretti.
Beynimin içini bunlarla yoğururken ev arkaşım, boş oturma istersen ben sana bir şiir kitabı vereyim onu oku, dedi. Çalışma kitabının içinden bir şiir kitabı çıkardı. Kitabın içine bir şiir kitabı saklamıştı, önüme uzattı ben boş bakışlarla kitaba baktım. Sonra öylesine sayfaları çevirmeye başladım. Sayfaları çevirirken harflere gözüm takıldı ve bir şiir Nazım Hikmet’in şiiri.
Bence şimdi sen de herkes gibisin, diyordu. Bu dize sanki beni beynimden vurmuştu. Şiiri okudukça çarpıldım, çarpıldım, çarpıldım. Şiir kitabını bir solukta okudum. Şimdi bence şimdi sen de herkes gibisin dizesi beni derinden sarsmıştı. O an anladım ki evet nefret de duygulardan biri, aşk da duygulardan biri, özlem de duygulardan biri. Bu duyguları beslemek, aşka dahil. O yüzden hiç duygu beslememek gerekir. Sokaktaki bir adam, bir pazarcı, bir işportacı, belediye otobüsünü süren bir şoför veya kalabalıkta ki bir öğrenci herkes gibi. Sonra aşk gibi kendimde büyüttüğüm bu duygudan kurtulmalıydım.
Onu herkes gibi yapmalıydım ve Nazım’ın dediği gibi bence şimdi sen de herkes gibisin, dedikten sonra sabah okula gittim. İlk işim herkese dediğim gibi:
Beyza merhaba nasılsın, demek oldu.