Seni nasıl anlatsam bilmem ki,
Gölgende dinlenirken yıllarca,
Senin bir çınar olduğunu yokluğunda anladım.
Sessizliğinde saklıydı tüm söylemek istediklerin,
Ama bilirdim sessizliğin kadar büyüktü sevgin.
Bazen bakışlarında yakalardım,
Bazen dudak kenarlarındaki minik tebessümünde.
En çok da hasta olduğumda anlardım,
Tahta bavulundan çıkardığın, bir hap kutusunda sakladığın sevgini.
Islak sirkeli bez gibi iyi gelirdi ellerin, elimi tuttuğunda,
Ateşim düşer, ağrılarım hafiflerdi….
Uyurdum.
Belki, ceplerinden çıkardığın tek şey emekti,
Bilirdim biz doyunca doyardın yemeden bile.
Yorgunluğunu terle,
Hasretini suskunluğunla örterdin.
Varlığın bir sığınakmış meğerse
Sen o kapıdan çıktığında anladım.
Erciyes gibi, her daim çatıktı kaşların
Her daim yaralı bir şahin gibi, sancılıydı bakışların.
Karın da bitmezdi, boranın da,
Belki çok üşürdün,
Belki de çok yanar,
Ama hep susar, hep için için kanardın,
En çok da bu suskunluğun yaralardı beni.
Ben senin sessizliğinde büyüdüm babam.
Sırtımı yaslamışım yıllarca,
Senin bir dağ olduğunu gittiğinde anladım.
Şimdi yıllar geçti, toprağın en derin sessizliğindesin.
Ama içimde, hala en çok sen konuşuyorsun.
Sen vefanın adı,
Sen sevdanın tadı,
Sen giden değil, içimde kalan oldun babam.