İnanma, sana güzelsin diyordum ya; yalan
Kirpiklerin takma kız, güzelliğin çakma kız
İnanma, hep iltifât ediyordum ya; yalan
Süslü, şatafatlı konuştuğuma bakma kız
Nutkumun yüzündeki sert ifâdeler senden
Senden cümlelerin damağındaki acı tat
Korkulu karabasan görmüş gibi ürperen
Duygularım sakat, aşka heyecanım vasat
O gün otuz bir yıllık bir ağacı devirdin
Fırtınan öyle esti ki, nefesin kış gibi
Sen başıma gelen en karânlık bir devirdin
Bin yıllık mâzîyi yaşatan bir bakış gibi
Gecenin dehşetinde yağan bir yağmur gibi
Düştükçe önüme yüzün rûhumu çalkalar
Alamam nefes, çırpınırım boğulur gibi
Hüznümü taşırır coşan karânlık dalgalar
Aşkı sende sınadım kalbini ödünç aldım
Ölmeden azâbı yaşatmak varmış gâyende
Yok, yine bir masâl gibi dinlemeye kaldım
Efsâne yaşamak hevesim öldü sâyende
Muntazam dönmüyor Samanyolu’m, şekli bozuk
Parlamıyor ufkumda bir yıldız ya bir güneş
İçimde uğuldayan bu ses, ağlayan çocuk
Hâydi! Diyor, vedâ et gençliğine, helâlleş
İşte böyle heykel kız; sen taştan da sertsin
Karasın geceden, alaca olsa da rengin
Bilemem hangi bakış, hangi yakış eritsin
Taştan damarlarını ki aksın kanın dingin
Bana bir kuzu görünen dişi kurt yavrusu:
Aşkıma sen hız vermiştin, başta aldandım ben
Yerine geldi yırtık rûhumun son arzûsu
EBEDÎ der: Teşekkür ederim uyandım ben