Altın sarısı saçlarını geriye doğru tarayıp iyice gerdikten sonra kusursuz bir topuz yapmanın övüncüyle kendini bakışlarıyla tebrik eden Şeyda dışarıdan gelen gürültüleri kulak ardı edip çocukluğundan beri çok sevdiği –annesi atmak istese de o direnç göstermişti- sallanan sandalyesine oturdu. Sallanan sandalyeye olan bu ilgisi aslında sadece bir özentiden ibaretti. Çocukken arkadaşlarının ağızlarından salyalar çıkarcasına anlattığı o şeye sahip olma özentisiydi sadece. Ancak Şeyda’nın özentisi artık abartıya kaçmaya başlamıştı. Öyle ki anne babası öldükten sonra tamamen kendisi olmaktan çıkmış her gün başka birinin kimliğine bürünen bir kişiliğe dönüşmüştü. Bir gün karşı apartmanında oturan beyaz tenli soluk yüzlü eski moda giyimini seven kibar komşusu oluyordu, bir gün içkiden morarmış gözlerini güneş gözlüğüyle kapatan hemşiresi, bir gün kibirli öğretmeni derken tanıdığı herkesin en az bir kere rollerini üstleniyor ve onlar gibi davranıyordu. Sadece davranmakla da kalmıyordu, onlar gibi giyiniyor, onlar gibi konuşuyor, makyajını ve saçını da onların tarzında yapıyordu. En son ne zaman kendisi olduğunu, hatta kendisinin gerçekte kim olduğunu hatırlamıyordu bile. Neyi seviyor, nelerden hoşlanıyor ve nelerden korkuyor, bunların cevabı onda değil gibiydi. Onu tanıyan herkes bu durumun bilincindeydi ve ilk başlarda garipseyip ötekileştirseler de –çoğu onun bunu gayri iradi yaptığının farkındaydı- daha sonrasında el mahkûm alışmışlardı.
Sükûnetle arkasına doğru yaslanıp ileri geri sallanmaya başladı. Bu seferki kişiliği bir gün önce parkta otururken –O gün alt komşusu somurtkan suratlı ihtiyar Cesim’in rolündeydi. Adamcağız romatizmaları yüzünden dışarıya çıkamadığı için Şeyda biraz yürüyüş yapıp hava almanın iyi geleceğini düşünüp onun yerine parka gitmişti- tanıştığı âlimane tavırlı despot bir anneydi. Tek bir telin bile ona ihanet etmeyeceği şekilde saçını topuz haline getiren bu anneye neredeyse kendisinin de bir kadın olduğunu unutup âşık olacak derecede hayran kalmıştı. Kadın, çocuğu parkta oynarken ikide bir çocuğunu durdurup “Kuralları unutmayalım!” diye uyarıyordu. Çocukcağız annesiyle ittifak kurduktan sonra oyununa devam ediyor sonra annesinin sert kuralları tarafından tekrar durduruluyordu. Çocuğunun yanlış hareketler yapıp kendisini yaralamasından korkuyordu muhtemelen. Kadının bir vizyonu var diye düşündü romatizması tutmuş bir halde otlarla çevrili bankta otururken. Yaşı henüz otuzlarında olmasına rağmen ihtiyar rolünü üstlendiği için her yeri ağrıyordu. –mış gibi yapmıyordu, o role girdiği andan itibaren gerçekten ağrıyordu-. Birkaç afakî kıvranmadan sonra âşık olmasına ramak kaldığı kadının ve sürmeli gözlü çocuğunun yardımıyla evin kapısına kadar gelebildi. Kadıncağız, onun genç yaşta bir hastalığa kapıldığını düşünmüştü bu sebeple eve yürürken Şeyda’nın sorduğu soruları çok önemsemeden cevapladı.
Sabah olur olmaz ilk iş sandalyeye oturdu ve bir iki dakikalık sessiz bekleyişin sonunda eski kıyafetlerinden –ihtiyar rolünden- çıkıp yeni rolüne büründü. Parkta gördüğü o muazzam güzellikteki kadın gibi saçlarını sarıya boyamış ve jöle yardımıyla kusursuz bir topuz yapmıştı. Daha sonra ismini -kadının ismini- hatırlamaya çalıştı.
“Asya? Hayır Alya.” Tereddüt etti. “Aliye!” diye sevinç çığlığı attı. “Adım Aliye.”
Vücudu romatizmalı halden uzaklaşmış sanki uzun zamandır spor yapan sağlıklı bir atletizme dönüşmüştü.
“Nelerden hoşlanıyorum acaba?” diye geçirdi içinden. Kadınla konuştuğu diyalogları hayal meyal anımsadı. Sebze çorbasını seviyordu ve elmaya bayılırdı. Gündelik hayatında bile topuklu giymekten vazgeçmezdi. En sevdiği renk mavi, en çok korktuğu şey örümceklerdi ve spor vazgeçilmeziydi. Birden canı parlak kırmızı bir elma çekti. Küçük bir kız neşesiyle mutfağa girdi. Buzdolabını açarken yatak odasından gelen tıkırtıları işitti. Kafasını önce kapıya sonra dolabın içine çevirdi. Elma kalmamıştı. Onun dışında dolap birbirinden apayrı şeylerle doluydu. Nefes sorunu yaşayan birinin rolündeyken kullandığı astım ilacı, incire bayılan arkadaşının rolü için incir reçeli, göz damlası, takma dişler, puding ve sadece bir kez kullandığı daha birçok ürün. Onların neden orada olduğunu bir sonraki gün hatırlamıyordu, hatta takma dişin orada ne aradığını her dönüştüğü yeni kişilikle sorguluyordu.
Dolapta elmanın kalmaması canını sıkmıştı, öfkeyle dolabın kapağını kapatıp manava gitmek için hazırlandı. Kilerden siyah süet topuklu ayakkabılarını aldı ve öğretmeninden ceza almış bir öğrenci gibi tek ayak üzerinde durup dikkatle ayağına geçirdi. Aynanın karşısına geçti ve muhteşem görüntüsüyle gurur duydu. Başarılı, disiplinli ve sağlıklı bir anneydi. Derin bir nefes aldıktan sonra merdivenlerden aşağıya inip kendini güneşin kollarına attı. İlk başta gözlerini kısmak zorunda kaldı. Evin içerisi sandığından daha karanlıktı, neden bu kadar süre karanlıkta yaşadığına şimdiki kişiliği anlam veremedi. Güneş sağlıklı olmanın ana kuralıydı ve temiz hava yeni Aliye için sağlık demekti.
Yüzünü okşayan rüzgârı sevgiyle karşıladı, havada uçuşan kuşları gülümsemeyle selamladı, ayağına takılan taşları bir karınca edasıyla kenara itti ve güne hazır olduğunun bilinciyle kendinden emin bir şekilde sokakta ilerledi, ta ki huzur bozucu bir gürültü kalabalığıyla karşılaşana kadar. Tüm ahali feryat figan bağıran bir kadının başına üşüşmüşlerdi. Hepsi bir ağızdan konuştuğu için Aliye konuşulanları zar zor duyabiliyordu. Duruşundan taviz vermeden sağdan ve soldan kalabalığı yarıp merkeze doğru yürüdü. Topuk sesleri gürültü bombasına rağmen duyulabiliyordu bu yüzden sokaktakiler tüm odağı yeni Aliye’ye çevirmişlerdi, ancak yeni Aliye, yerde dizlerinin üzerine çöküp dağılmış saçlarını avuçlarının arasını almış vaziyette ağlayan eski Aliye’yi görünce topuk sesini kesip olduğu yerde donakaldı. Yeni Aliye yerdeki kadına tiksintiyle baktı. O muhteşem görünüm gitmiş yerine özensizce giyinmiş kıyafetler ve her telin ayrı yerlere dağıldığı düzensiz saç gelmişti. O vizyonlu kadının bu hale gelmesi çok acınasıydı.
Koluna çarpan bir gencin etkisiyse sendeledi. Düşmemek için yanında duran adamlardan birinin omzundan destek aldı ve kendini doğrulttu. Saçının bozulmuş olmasından korktu. Hızla çantasından minik aynasını çıkarttı ve saçını kontrol etti, neyse ki korktuğu olmamıştı. Kırmızı elma tekrar zihninde canlandı. Eski Aliye’yi –artık onun için bir önemi kalmamıştı- arkasında bırakıp manava girdi. Gözleri turuncu sulu portakalları, yeşil yuvarlak üzümleri ve güneşte ışıyan sebzeleri geçip kırmızı parlak elmalarla buluştu. Onları kelimelere dökemeyecek kadar seviyordu. –bir kişiliğinde elmalardan ne kadar nefret ettiğini anımsar gibi oldu-. Bu muhteşem elmalara sahip olmalıydı, belki de şu an tek dileği sadece bu muhteşem elmalardı.
“Bir kasa elma.” dedi şaşkın bakışlarla ona bakan manavı görmezden gelip.
Kolundaki kasayı topuklu ayakkabılarla taşımak düşündüğünden daha zordu. Bir oraya bir buraya sendeleye sendeleye yürürken tekrar aynı kalabalığı gördü, sorun çözülmemişti belli ki. Adımlarını hızlandırıp kalabalığın arkasından ilerledi. Eve varınca kasayı tek koluna alıp sağ eliyle kapının kilidini açtı. Bir ayağıyla diğer ayağındaki topuklu ayakkabıyı çıkardı sonra aynı işlemi öteki için yaptı. Ayaklarının yere basmasının rahatlığıyla mutfağa girdi. Bir tanesini kendine ayırdıktan sonra elmaları teker teker poşetleyip dolaba yerleştirdi. Ayırdığı elmayı güzelce yıkayıp ağzı sulanmış bir halde kocaman bir ısırık aldı. Bu o an hayatında yediği en güzel meyveydi. Bitmesini istemiyordu ki yavaş yavaş çiğniyordu. Yutkundu. Boğazında nedensizce bir karıncalanma hissetti. Delicesine arzuladığı bu meyveyi nedense içi istemiyordu. Bu normal değildi. Elmayı mutfak tezgâhının üzerine koyup koridordaki aynaya yaklaştı. Kim olduğunu bir an unutur gibi oldu. Zar zor adının Aliye olduğunu hatırlayıp gülümsedi. Yerde yatan eski Aliye’nin aksine o hâlâ kusursuz görünüyordu. Elmasına kavuşmak için tekrar mutfağa yönelecekken odasından yine tıkırtı sesi işitti. Sinirlendi. Sertçe kapıyı açtı. Yatağın yanı başında elleri bağlı halde oturmuş olan çocuğa kaba bir bakış attı ve güzel bir dille uyardı.
“Kuralları unutmayalım!”
Kurgusunu beğendim. Farklı kılıklara bürünmenin değiştirdiği kişilik ilgi çekiciydi. Kaleminize sağlık.