Kayboluş kelimesinin köklerine indiğimiz zaman iki anlam çıkartabiliyoruz. Birincisi: eşyanın, insanın, hayvanın kaybolması; ikincisi ise: insanın ruhunun. Bizim ele alacağımız ise ikinci bölüm. Bu süreç kendini belli etmeden yavaş yavaş ilerler. Son noktaya gelmeden de insanoğlu bu durumu fark edemiyor. Evet, bedenin oradadır: sandalyede, koltukta, ayakta … Herhangi bir yerde. Ruhun ise bilinmeyen bir deniz yolculuğuna çıkmış olan teknenin güvertesindedir. İçimizde biriktirdiğimiz acılar ruhun kaybolmasına sebep olmuştur. Ruhun deniz yolculuğuna çıkması ile kalabalıktaki sessiz kalışlarımız başlayacaktır. İlk önce merak edip, soracaklar. Sonra sizi bu şekilde kabul edecekler. İçten içe sevinerek. Bir süre sonra sizde kendinizi bu şekilde kabul edeceksiniz. Benim huyum böyle… Tekne, yalanlar ile dolu olan düşünceleri liman yapacaktır. Kalabalık içindeki yalnızlık bir parçanız olacak. Ta ki bir gece yarısı kendiniz de ki eksiklikleri fark edene kadar. Cevabı çok net olan soruları derinlemesine düşünmeye başlayacaksınız. Kimim ben, amacım ne, hayattan ne bekliyorum? Günlerce, aylarca zihniniz bu sorulara cevap arayacak. Güvendiğiniz bir iki eski dostun kapısını çalmaya başlayacaksınız. Size, asıl sizi hatırlatması için. Yolu sormak kaybolmaktan iyidir. Hangimiz dost cümleleri ile toparlanmadık ki? Ruhun bedene dönmesi zor olacak, zaman alacak ama asla imkansız değil. İlerlediğinizi, geri dönmeye çalıştığınızı anladıkları an konuşmaya başlayacaklar. Çünkü bu durumdan çok memnunlardı. Sizi görünmez yapmak isteyen bu insanların yaptıklarını, dediklerini kendinize basamak yaparak ilerlemeye devam edin. Ruhunuzu kaybetmek, kendinizi görünmez kılmak onların ekmeğine bal sürecektir. Tekne ilerledikçe deniz daha çok kararıp, bulutlar gri olacaktır. Kaybolmanızı dört gözle bekleyen insanlara inat, ruhunuza kaybolmak istemediğinizi hatırlatın ve mücadeleye başlayın. Zafer her zaman temiz kalbi ile savaşanların olacaktır.