İş yaşamımda ilk günümdü. Bir taraftan etrafımdaki insanları tanımak, bir tarafta işimi öğrenme çabaları, bir tarafta amirimin istekleri.
Hepsini yapabilecek kapasitem olduğundan hiç kuşkum yoktu. Vatandaş gün içinde ara vermeksizin gelip gidiyordu. Bunlarda yetmezmiş gibi seni soru yağmuruna tutuyor, anlamış gibi yapıp baş sallıyor, bir zaman sonra tekrar dönüp aynı soruyu soruyordu.
Okuduğum okulda bana bunlardan hiç bahsedilmemişti. İnsan ilişkileri gibi bir dersimiz vardı fakat karşımızda gerçek bir insan yoktu. Burası tabiri yerindeyse zurnanın zırt dediği yerdi.
Benimle aynı işi yapan aynı amire bağlı arkadaşım benim gelmemden hiç hoşnut olmamıştı. Ona iş hakkında sorduğum soruları hep tersleyerek cevap veriyor, yorgunu yokuşa sürmekten ayrı bir haz duyuyordu.
İnternetin arama motorlarında işime dair videolar, halkla ilişkilerin püf noktaları, kişisel gelişim videoları kısacası aklınıza gelecek her şey…
Uzun çabalardan sonra işimin birazını öğrenmek bende gereksiz bir öz güven doğurmuştu. Sanki birazcık çömezliğimi atmıştım. Benden sonra işe başlayanlara patronluk taslamaya başlamıştım.
Bir sabah amirim beni odasına çağırdı ve:
-Bak Âlim Bey! Bu ayki yapacağımız ihalede bizim şirketin adı da var. Bizim ne yapıp edip bu ihaleyi almamız şart. Uzun zamandır girdiğimiz ihalelerin çoğu fiyaskoyla bitti. Sana bu konuda güvenim sonsuz.
Al başına belayı dedim içimden. Dışımdan ise: -Tabi amirim. Ne gerekiyorsa yapmaya hazırım. Dedim.
Odadan kan ter içinde çıktım. Hayatımda ihale nedir? Nasıl yapılır? Kimlerle muhatap olunur? Hiç birini bilmiyordum. O gün stres içinde eve koştum. İhale hakkında araştırmalara koyuldum. Bulabildiklerimi not ediyor, bulamadıklarımı çocukluk arkadaşım Numan’a soruyordum.
Bu şekilde tam bir ay aralıksız çalışıp ihalenin her bir ayrıntısını adım gibi ezberlemiştim.
Ne mi oldu? Tabii ki ihaleyi biz aldık.
Sonra bende bir öz güven, bir ukalalık, demeyin gitsin.
Zaman içinde tüm işi A dan Z ye öğrenmiştim. Hayatım işten ibaret bir hal almayı da ihmal etmemişti. Onunla da kalmayıp eve iş getiriyor, gece yarılarına kadar çalışıyordum. Bu kadar çalışmanın mükâfatını ayın elamanı, yılın çalışanı, şeflik, müdürlük gibi saçma sapan kariyer basamakları derken bir de bakmışım yaş kırk.
Ufukta ne evlilik var ne de eş adayı. Saçlarım başımın tepe kısmını çoktan terk eylemişti. Göbeğim benden her daim iki metre önden yürüyordu. Gıdılardan yağlar sarkmış. Ayaklar bedeni taşımakta zorlanır olmuştu.
Olsundu. Bunların hiçbiri beni rahatsız etmiyordu. Ne de olsa ben işimin erbabıydım. Şirketin en üst mevkilerindeydim. Bundan gayrısı teferruattı.
Şimdi emekli oldum. Elime üç kuruş para geçiyor. Ev kirasıydı, Pazar, marketti derken bana kuş kadar bir şey kalıyor. Üstelik şimdi ne karım, ne çocuğum, ne evim, ne mevkiim, ne de işim vardı.
Koca bir ömrü zenginlerin şirketlerini ayakta tutmaya harcamıştım. Hani beni göklere çıkaran amirlerim, hani ‘’bu işi yapsa yapsa Âlim yapar’’ sözleri. Hani dalkavuk arkadaşlarım. Hani rakı masamın müdavimleri…
Koca bir hiçlik…