Zamandan muaf tutulmak… Ve onun yer yer zarif, zaman zaman sarsıcı dokunuşlarına maruz kalmamak. Koca bir sır perdesinin dışında kalmaktan ibaret bir durağanlık bu. Tanpınar’ın müthiş betimiyle; Hayatın saz parçasının çocukluktan kırılması…
Seyretmek. Ölgün bir fiiliyat evreninde, ruhsuz göz takipleri. Miadını başlamadan dolduran gelecek – ve hiçbir miada ihtiyaç duymayan ilgisizlik. Nihilizmi mesken edinmiş bir Oblomovluk. Sonuca ilgi duymayan bir başlangıç hatası. Sonucu önden kestirebilmenin kaçınılmaz boşvermişliği. Kurgu dışı bir isteksizlik. Kurgu dışına çivilenmiş bir karakter. Süreçten bağımsızlık. Yaşamı dikey değil, yatay görmek. Ve başını sonunu kestirebilmek, Tanrısal bir önseziyle. Tanrıların savaşlarından sıçrayan kötümser bir lanetin yaşam karşılığında örtbas edilmesi. Yaşama giydirilen deli gömleği: Zaman… Deliler, zamandan muaf tutulanlardır. Zamanın ablukasından siktir edilenler… Adilce dağıtılmamış bir nimetin bazı kimselerdeki dışavurumu bu. Zamandan yoksun düşünce bolluğuyla bir fiile kalbolamamak.
Şakaklarına değin namlular uzatılmıştır insanın. Tetikte Zaman’ın parmakları. Öbür eliyle de kuklalar oynatır – Öteki’lerimizin derin çukurlarındaki çatlak aynalardan seyrederiz kendimizi. Ve kelimelere sıçratırız. Hayatın bütün kokuşmuş ölgünlüğü bu kelimelerde vücuda gelir. Dilin, eylemi telafiye yeltendiği tüm komplekslerde belli olur yazgımız. Biz, olamadıklarımızdan ibaretizdir. Cehenneme gönüllü sürgün evlatlarıyız, yazgımızdaki arayış dürtüsü de bu kaçışın kelimelerle tersyüz edilmesinden başka nedir ki? Eve döndüğümüz günü ısrarla gözden çıkarmak için çırpınırız. Senden bağımsızız deme cesaretini gösterebildiğimiz Tanrı’nın yüzüne, bağımlılıklarımızla çıktığımızda utanç duymadan bakabilecek kaç insan var yeryüzünde? Kaç vicdanın ses tellerinde eksiktir bu yakarış? Yoksa yine mi kelimelerle kendini telafi etmektedir İnsan? Dualar ve kanlı seremonilerle telafi edemediğimiz hoyratlığımızı kurbanlar vererek mi kurtaracağız cidden? Bile bile kendini mahvetmeyen kaç insan tanıdınız? Bilinçaltına sinsice yerleşen bu azaptan kurtulmanın başka yolu var mı sanki?
Tanrı’nın eylem isteğini kirleten bir kelime fuhuşu… Dilimizden fışkıran her kelimeyle bekaretini kirletmekteyizdir Tanrı’nın… Buyurgan bir varlığa karşılık doğurgan bir kaderi tercih etmek – Ancak ahmaklıkla donatılmış bir zekâya yaraşabilirdi böyle bir acemilik. Hiçliğin evrenine yeniden teslim olduğumuzda dilsiz kalmayı yeğlerdim. Kurnaz bir içgüdünün icat ettiği kelimelerle, Kurnaz bir içgüdünün icat ettiği kelimeler için tövbe dilemek istemezdim çünkü. İnsanın paradoksu bu cümleden gelir. Bu cümleden ibarettir yazgımız. Ne kadar yarısında olsak da yolun – elbet biliyoruz, içgüdüsel bir önseziyle hazırlanıyoruz bu tövbeye.
Peki düşünceden de muaf tutulmak mümkün mü? Madem ki Zaman denen balçıksı mahlukatın ablukasına girmem mümkün kılınmadı; Düşüncelerden de muaf tutulabilmenin kudretine erişebilir miyim? Dilsiz ve Düşüncesiz bir durgunluk içerisinde – Tanrılara yaraşır bir asillikle bekleyebilseydik eğer, işittiğimiz ilk kelimeyle intihara yeltenebilirdik sanıyorum. Dil, yalnızca hayvanlardan ayırmaz insanı – Tanrılara olan mesafemizi de kelimeler belirlemiştir… Zaman’a çıplak gözlerle baktığımdan beridir, çıplak gerçekliğimin göz alıcı cansızlığıyla baş başayım. Zaman’ın örtüsünün altında İnsan’ın acınası gereksizliği beklemektedir bizi…