Yolcuklara çıkarız ara sıra ve bu yolculuklarda da bir amaç ediniriz kendimize. Bir şeyleri isteyerek o yollara çıkar ve gideriz ve varış noktamız da ona göre şekillenir. Yani tatil yapmaya gidiyorsak öncesinden her şeyi planlayarak yola çıkarız ve gideceğimiz yerler de bellidir. Oralarda ne yapacağımız da hem yolculuk esnasında hem de çok öncesinde planlanmıştır. Çünkü plan olmasa bunların olamayacağını ya da tersliklerin çıkacağını düşünürüz ve önden bir tedbir alma biçimimizdir bu yaptıklarımız da. Gittiğin yolculuğa güvenebilmek ve ona göre hareket edebilmek insana has bir durumdur.
Bu yolculuk esnasında da bazı ferahlama anları oluşur ki belki de bu yolculuğa çıkma amaçlarımızdan biri de budur. Ferahlayabilmek ve rahatlığa kavuşabilmek. Bu yaşamlara ise hem bedenin hem de ruhun ihtiyacı vardır en çok da bu ihtiyacı bu durumlar yaşandıktan sonra ve önce kıyaslamasında rahatlıkla görebiliriz.
Var olan o durumdan o mekândan başka mekâna geçiştir görünen ama görünmeyen kısmın içerisinde de farklı içerikler bulunmaktadır. Örneğin o mekân değişikliğinin ruha iyi gelen bir tarafı vardır ve bu durumların içerisine illaki uzun yolculuk planlarını dahil etmek zorunda değiliz, bir odadan diğer odaya geçmekte kendi içerisinde yolculuktur aslında. Çünkü var olan o durum değişmiş yerine alışık dahi olsak da ‘yeni’ diye nitelendirebileceğimiz bir alan açılmıştır. Buraya kendimizi uyarlamak ve bulunduğumuz yeri de kendimize göre şekil vererek düzenlemek bizim elimizdedir. Belki de bu yapma ve değiştirme durumları insanlara iyi geliyordur, kim bilir?
Yani orada o durumdan çıkabilmek için tebdil-i mekân değişikliğini yapmak ve bunu sadece fiziksel bir değişim olarak algılamamak gerekir çünkü düşünceler arasında da geçişler yaparak orada da yolculuk yaparız. Bu geçişler bazen iyi olabilmekteyken bazen de kötü olabilmektedir.
Hicret durumlarını çok kez bir yerlerden duymuşuzdur ve bu hicret kelimesinin anlamına da baktığımızda “göç, bir yerden bir yere gitmek” anlamlarına geldiğini görmekteyiz. Ve kendi hayatımıza da baktığımızda hep hicret halleri içerisinde olduğumuzu rahatlıkla görebiliriz. Doğduğumuz yerde her daim kalmayız kalamayız ihtiyaç ve istekler dahilinde bazı yerlere hicret ederiz. Bu hicretler her zaman kolay olmamakla beraber zorluklar da kendiyle gelir çünkü olduğumuz yere, var olan yaşantılara içten bir bağlılık söz konusudur ve oradan ayrılmak başka yere ‘yeni yaşantılara’ kucak açmakla beraber kendimiz de o kaygıyı korkuyu derinde hisseder ve yaşarız. Yeni yerlere gitmek oralara alışmak oralarda yeni bir bağ kurabilmek hem zaman isteyen bir süreçtir hem de biraz daha bu yeniliklere alışabilmenin getirdiği durumları görmeyi gerektirir.
Hayatın kendisinin de başlı başına bir yolculuktan ibaret olduğunu görmekteyiz yani bir zamanlar varlığımızı hiç kimse bilmezken yani yokken bu dünyaya geldik ve bebeklik dönemi ile yaşamaya başladık bu yolculuğu. Sonra ise çocukluk gençlik ihtiyarlık diye devam eden bir hayat sürecine dahil olduk. Her dönemin de kendine has özelliklerinin olduğunu görmekle beraber zorlukları da gördük ve yaşadık. Ve bununla beraber ileriye doğru bir gidişin olduğunu ve bunu durduramadığımızı da görmekteyiz. Aldanmaya gerek yoktur burada çünkü kendi gözümüzü kapamakla gündüzü sadece kendimiz geceye çeviririz ama gerçeği de değiştiremeyiz.
Misafir kalıcı olmadığını bilerek o yolculuğa çıkar ve dönmek her zaman bu planların içerisin de kendisine yer edinir. Yolculuğumuzu zorlaştırmak yerine kolaylaştıran tarafta olabiliriz kendimize iyi gelen yolculuklara çıkabilmek için…