Akşam sarısı tarlalar, yeşil yok!
Yeşile hasret bir diyar yüreğim.
Gözlerim elveda diyor gördüğü her bir buğday tanesine,
Serinlemek, gölgesinde bir iğdenin…
Başka ağaç yok,
Gölgesinde dinlenmek kısa buğday tanelerinin…
Bir karınca gibi, rüzgârın altında serinlemek…
Bir yaz akşamı rüyası, sıcak çok…
Şimdi saçlarına değip şiir yazmak vardı mesela,
Kucağıma bırakıp incitmeden boynunu…
Boynun,
Anadolu’nun kurak toprağında kıvrılıp akan bir kemer dolusu su…
Her gün her bir saçın boyunca bir mısra,
Bitmeyen şiir olurdu, bitmeyen destan…
Saçlarına senin sonsuz cümle kurulurdu!
Bana yazmak deseydin,
Bıraksaydın gözlerindeki o tanınmış acıyı kalbime…
-Kalbim eski bir köstekli saat gibi yorgun ama hiç durmayan-
Ellerim kalemin üstüne kıvrılırdı,
Ve kalem tüm maharetiyle son dansını yapardı kâğıdın üstünde.
Bıkmadan sadece adını bile yazardı günlerce…
Kokunu taşırdı rüzgarlar anılarımda büyüttüğüm dağların eteklerine,
Kokun baharla buluşurdu, bahar tüm patikaya senin kokunu yayardı…
Çiçekler kokundan sarhoş olur, mis kokan o güller kenara saklanırdı…
Saçlarına bitmeyen şiir,
Kim bilir gözlerine, bakmaya kıyamadığım gözlerine,
Kaç cilt kitap yazılırdı…
Sahi Ege miydi gözlerin Akdeniz mi?
Hangisi seninle yarışırdı?
Yarışırdı da gözlerin adını hangi okyanustan alırdı?
Akşam sarısı şimdi tarlalar, hasat vurmuş tanelere,
Tenini hatırlatıyor, buğday yanığı tenini,
Sabahı olmayan şu siyah geceye…
Sevdiğin Şair mavi diyor biliyorum,
Ama sen boydan boya yeşili giyiyorsun üstüne!
İşte hayal ediyorum gözlerimi kapatıp,
Bir yaz akşamı rüyası, karanlık…
Uzanan buğday tarlalarına yeşili giydiriyorum.
Sarılar utanıyor seninle yarışmaktan,
Bulutlara yakarış başlıyor yeşermek için.
Umut düşüyor toprağa, büyümeyeceğini bilerek.
Haziran çantasına doldurdu kirazlarını…
Temmuza yol veriyor güneş usulca,
Geceye sarılmış kavurucu sıcaklar.
Kavrulmanın eşiğinde bir vaha,
Sus diyorum dilime sus,
Kavrul, yan, kül ol, teslim et ruhunu rüzgâra…
Ve sadece yeşili izle…