Dünya ekseninde dönerken, kendimin farkına varmanın hafifletici etkisi ardından beynimin içinde ani patlayan yoğun huzursuzluk, yavaş yavaş vücuduma yerleşip tortulaşıyor.
Boğazıma köşeli bir taş takılı sanki…
Masa. Üzerinde duran telefon. Telefonu tutan el. Telefon ekranına yansıyan buruşmuş, perçemli bir yüz.
Çantayı karıştırıyorum. Sigara paketi, çakmak, anahtarlık, kartlık, kağıt mendil, göz kalemi, nemlendirici, deodorant, kağıt para, bozuk para, başka bir bozuk para daha…
Tüm anlamlarından bağımsız, sadece bir nesne olarak hepsi yerinde.
Çocuklara bakıyorum. Bunlar benim çocuklarım mı? Gözlerim doluyor. Yetişkin olmanın böyle birşey olmadığını düşünürdüm. Kendi çocuklarımın karşısında yabancı bir çocuktum. Ayağa kalk ve ilk adımını at! Peki nereye?
Neler düşünüyorum.
Kalkıp gitme fikri gerçeklikle içsel dünya arasındaki uçurumu kapatma arzusu ile ortaya çıkmış olabilir mi?
Sağa sola bakıyorum. Herkes akışta görünüyor. Bense çerçevenin dışından müdahale edemediğim sonlu yaşamımı ağlamsak bir suratla izliyor gibiyim…
Uzak masaların birinde oturan adamın doğrudan, inceleyen bakışlarıyla odağım dağılıyor.
Oğlumun sesiyle irkiliyorum.
“Anne tekvando kursum bugün müydü yarın mı”
“yarın”
Tekrar baktığımda masasının boş olduğunu görüyorum. Gözlerim gürültülü kalabalıkta, kısa bir süre o yabancıyı arıyor…
“Hadi kızım, patatesleri de bitir kalkalım”
SON