Şehrin sıradan telaşelerinin başladığı saatlerde, bilindik bir semtin dar sokaklarının birinden bir şarkı sesi çalınıyordu kulaklara; “Unutma beni, unutama beni, bitmek bilmez kapkaranlık geceler boyunca, unutma beni unutama beni.” Tüm sokak aşinaydı bu şarkıya. Çağın Apartmanı 7 numaranın pencerelerinden sabahın dingin saatlerinde başlardı Esmeray “Unutma Beni” demeye. Kar yağardı Esmeray “unutma beni” derdi, sümbüller açardı Esmeray “unutma beni” derdi. Ama hafif çiseleyen, ahmak ıslatan o yağmurlarda, ağır ağır dökülen çınar yapraklarını izlerken “unutma beni” deyişi bir başka oluyordu. Sahi kim demişti “sonbahar sanattır.” diye? Kaç sonbahar geçti ömürden, kaç kez yaprak döktü şu komşu çınar ağacı. Nereden de biliyordu yeniden yaprak açması gerektiğini. Oysaki Şevki Bey hesaplayamıyordu artık hangi ay, hangi mevsim, hangi günde olduğunu. Belki kendisi 94’ün karlı soğuk bir Ocak gününde kaldığı içindir, belki de hafızası artık eskisi gibi keskin olmadığı için.
“Ah Yadigâr!” dedi , “ahh!” tısıldayan çaydanlıktan demli çayını doldururken bardağına. Pencere kenarına geçip, her gün özene bezene hazırladığı kahvaltısını yaptı. Bu sene kış çok sert geçecekmiş, son 30 yılın en sert kışını yaşayacakmışız. Öyle diyordu sabah haberlerinde sunucu. “Her kış aynı terane.” dedi, kumandanın düğmesine basarken. Öfkeli miydi biraz hayata? Yalnızlık yormuştu onu. Demek ki böyle oluyordu hayat arkadaşını kaybedince. Ses oluyordu Yadigâr’ı ona, soluk oluyordu. Dile kolay 42 yılını paylaşmıştı onunla. Ne güzeldi gözleri, ela ela bakardı. Hatırında en iyi ela gözleri kalmıştı. Kendisi de filinta gibiydi hani. Yatak odasında, aynanın önünde duran çerçevedeki genç adamla gurur duyardı hep. Dimdik durmuştu. Saçlarını yana taramış, güzelce limonlamış, Yadigâr’ının narin omzuna koymuştu elini. Siyah beyazdı fotoğraf belki ama O biliyordu 20’lik sevdiğinin ela gözlerini.
Kapı zilinin çalmasıyla kahvaltı masasından kalktı Şevki Bey. “Kim o?” demesine gerek yoktu. Osman’dı kapıyı çalan. Aslında Osman’dı tek kapısını çalan.
-“Hayırlı sabahlar Şevki abi” dedi, yıllardır abonesi olduğu gazeteyi uzatırken Osman.
-“Sana da Osman Bey, sana da hayırlı sabahlar.”
-“Çıkmıyormuşsun bu ara, görememiş seni Kemal abi.”
-“Sen söyle Kemal Bey’e öğleden sonra uğrarım yanına.” dedi Şevki Bey, genç çocuk hızla merdivenlerden inerken.
“Sanki kaçıyoruz.” dedi hayıflanarak. Bakkal Kemal veresiye defterini tahsil edecek belli. Yoksa yalnız yaşayan yaşlı adamın ahvalini mi merak edecek? Şevki Bey hiç geçirmezdi gününü. Maaşı yattı mı kapatırdı aylık borcunu. Eskisi gibi çıkamıyordu dışarı. Esnaf göremeyince “borcu taktı, gitti” diye düşündü herhalde.
Planında küçük evini biraz temizlemek vardı bugün. Ayda bir ağır ağır yapardı. Bir başına kirlenmezdi ki ev tozdan başka. Ona da anca gücü yetiyordu artık. Bugün dışarı çıkacaksa temizlik kaldı demektir. Merdivenleri inip çıkmak, o gün için ona hareket olarak yetiyordu.
Şikayet etmiyordu hiç. Ne gücünün yetmediklerinden, ne eskisi gibi yiyemediği sıcak yemeklerden ne de 3 saatlik mesafedeki oğlunun arayıp sormamasından. Öyle ya işleri çok yoğundu. Fırsat bulup ziyaretine gelmesi şöyle dursun, hâlini hatrını sormaya vakit bulamazdı. Bilir miydi ki o kadar üzerine titrediği biricik oğlunun günden güne böylesine kopup, yabancılaşacağını. Sitem etmezdi ayda bir aradığında. Para gönderirdi oğlu bazen. Dokunmadı hiç onlara. Gönderme de demedi. Biliyordu ki biricik oğlu kendince evlatlık vazifesini yapıyor. Vicdanı rahat olsa gerek diye düşünmüştü. En son aradığında, 2 hafta sonra iş için şehre geleceğini, vakit olursa uğrayacağını söylemişti. Ama kör olası vakit yine yetmemişti. Ya da yetirememişti oğlu.
Birbirini kovalayan günlerin hızına inat, sakince yaşıyordu bu hayatı yaşlı adam. Kendine ayrılan sürenin sonuna gelene dek, vakit dolduruyordu adeta. Kalın perdeleri aralamış, evin kasvet sinmiş havasını yenilemişti o sabah. İki yumurta koydu geniş cezveye. Rafadan severdi. Baktı çaydanlık kaynamış, kıstı altını. Kışa dönmüştü mevsim. Kapı altındaki süngerleri yenilemek lazım diye düşündü. Canı da pek bir şey istemiyordu ya, demli bir bardak çay içti. Ütülü pantolonunu almak için yatak odasına yönelirken sessizliği delen yine bilindik bir ses, “boğazında düğümlenen hıçkırık olayım, unutma beni unutama beni. Gözünde damlayamayan gözyaşı olayım, unutma beni unutama beni.” Kapı zilinin sesi bastırmıştı bir müddet Esmeray’ın naif sesini. “Kim o?” demesine gerek yoktu. Osman’dı kapıyı çalan. Aslında Osman’dı tek kapsını çalan. Ama kapıyı açan olmadı. Birkaç kez zile bastıktan sonra eşiğe bıraktı gazeteyi Osman. Köşesinde küçük bir yazı; “Son 30 yılın en sert kışı yaşanacak.” diyordu. Dimdik duruyordu Şevki Bey, Yadigâr’ının yanında siyah beyaz. Yerde uzanmış bedenine inat.
Çağın Apartmanı 7 numaranın kapısını bir daha açan olmadı. Ve Esmeray’ın sesi bir daha duyulmadı.