Yağışlı, küllü gri bir hava.
Sis yeri yalıyor, keyifçi tanrılar tömbekiye düşmüş gene.
Karşı çatıda, suntadan, derme çatma bir yuva, tavanı naylon branda.
Yuvanın önünde rengi kaçmış bir kap, içi dolu su, yeşilimtrak.
Az ötede suya doymuş bir kilim ve birkaç atımlık eşya: Bidon, sicim, kırık mobilya.
Yanı beri ağzına kadar toprak dolu kiralık bir saksı, hemen verecek evi iyi bir kök bulursa.
Kapısı kapalı yuvanın, güvercinler gurulduyor, daha çok rüzgârın tersine uçanlar, ekseri süt beyaz olanları.
En geç onlar alışır üzerine vurulan asma kilite…
Bir grup müdavim serçe dayandı kapıya, dünkü ziyafetten kalanlara.
Gittiler, köpek çıktı kiremit kulübesinden, yağmurda voltaya.
Kuyruğu dik, adı Yaman, birini arıyor çatacak, bağlı olduğu zincirin hayfını alacak…
Havladı iki defa, “Adım Yaman!”
“Adım Yaman!”
Yağmur hızlandı ve gurultusu mahpusların, ekseri özgür olduklarına ikna olmuşların…
Ben ve karşı komşum Yaman, aynı anda dağıldık izbelerimize.
Sen şimdi uyuyorsun baba yadigarı bir döşekte.
Güneş doğuyor etinden, dişinden, saçından, kirpiğinden…
Gün ağarıyor, gün tertemiz, cıvıl cıvıl.
Umutlusu yok benden!