Karanlık bir gölgeden vücut bulmuş gibi duran silüetler gökyüzünde ilk kez belirdiğinde tüm insanlığı derin bir endişe ve korku sardı. İlk belirdiği ana dair kimsenin aklında herhangi bir anı olmaması, ezelden beri orada olup olmadıkları konusunda kafaları karıştırıyordu. Çok karmaşık olmamasına karşın yeterince ürkütücülerdi. Birebir aynı boyutlarda iki insan vücudunun duvarda oluşan gölgelerine benzeyen bu silüetler, birbirlerine neredeyse kenetlenmiş kadar yakın duruyordu. Vücutları aşağı doğru indikçe bulutsuz mavi gökyüzüne belli belirsiz bir geçişle tamamen karışıyordu. Ne yüzleri, ne de uzuvları tam olarak ayırt edilebilen bu silüetlerin belki de akılda kalıcı olan en büyük özelliği birer boşluk misali bembeyaz duran gözleriydi. Gözbebekleri olmamasına rağmen karanlık vücutlarında tek aydınlık nokta olan bu parlak beyaz gözler, bakışlarını gökyüzüne dikip bu anlamsız silüetleri korku içinde anlamlandırmaya çalışan insanların sanki içine içine bakıyordu.
İlk başlarda bunun, büyük markalardan birinin milyar dolarlık bir reklam kampanyası ya da dünya çapında bir organizasyonun devasa ışık gösterisi olduğu düşünüldü. Fakat gerek silüetlerin tüm dünyadan bir şekilde görünebilmesi, gerekse gece bile fark edilebilecek karanlıkta olan bu silüetleri oluşturabilmenin imkânsıza yakın olması bu fikirleri saçma hale getiriyordu. Bilim insanları işe koyulduğunda çoktan insanlar arasında çeşitli hikâyeler ve inanışlar dolaşmaya başlamıştı bile. Ete kemiğe bürünmüş yanlış bilgilerin omuzlarında yükselen çeşitli insanlar, olabilecek tüm iletişim araçlarıyla halka kendilerinin bile inanmadığı komploları satıyordu. Geçen aylar boyunca binlerce çalışma, araştırma ve kimisi hükümetler tarafından yürütülen onlarca soruşturmaya rağmen bilim insanlarının da silüetlere herhangi mantıklı açıklama getirememiş olması, tüm bu kargaşayı körükledi. Artık bu insansı figürler, benlik ve varoluş problemlerinin yerini almaya hazır gibi görünen yeni bir arayış unsuru olmuştu.
Gizemli yansımaların aniden ortaya çıkışının üzerinden çok zaman geçmemişti ki din adamlarının olaya dâhil olmasıyla daha geniş bir kesim kendince silüetleri yorumlamaya başladı. Müslüman, Hristiyan, Yahudi fark etmeksizin çoğu dini lider silüetlerin zaten dinlerinde bahsedildiğini gösteren kanıtları kitlelerine sunma çabasına girişmişti. Farklı dinlerin de kendince bu sorulara bir açıklaması vardı. Tüm bunların haricinde bu silüetlere duyulan derin etkilenme etrafında oluşan bir başka alt kültür, bunun etrafında şekillenen yeni bir din, bu dine ait ögeler ve figürler oluşmaya başlamıştı.
Dünyanın farklı coğrafyalarından maceracı sayılabilecek çeşitli kişiler, bu anlamlandırma karmaşasının içerisinde tam olarak tatmin olamayıp bu görüntünün asıl kaynağını bulmak istemişti. Yaptıkları uzun yolculukların sonucu beklenildiği üzere hüsrandı. Silüetler adeta gökkuşağı gibi ulaşılamaz yansımalardı. İnsanlar nereye giderse gitsin gökyüzünde o dört tane beyaz gözü görüyor, bu gözlerden ne kaçabiliyor, ne de onlara tam anlamıyla ulaşabiliyordu.
İnsanların silüetlere karşı algıları köreldikçe ve çoğu kişi zihin dünyasında onlara oturaklı bir yer ayırabilmeye başladığında kargaşanın biraz olsun azalmaya başladığını hatırlıyorum. İlerleyen yıllar boyunca çeşitli filmler çekildi, kitaplar yazıldı, diziler haftalarca en çok izlenenlerde yer aldı. İçeriklerin konuları sürekli değişse de hepsi gökyüzünün insansı figürlerini bir şekilde merkezine almayı başardı, arayışı ve merakı kullanarak kültürün bir parçası oldu.
Benim o dönemde silüetlere karşı tek hissettiğim şey huzursuzluktu. Uzun yıllar önce kaybettiğim eşimi aşamayışın, başarılı bir hayattan kademe kademe en dibe vuruşumun huzursuzluğuyla eş değerdi neredeyse. Tüm bunların kaynağının kendim olup olmadığını düşünüyordum. İkinci ama eski bir ben yıllardır başımın üstüne dikilir, bana sürekli yaşantımı hatırlatıp dururdu. Acılarımı seçmekten ve onlarla birlikte yaşamaktan adeta alıkoyardı beni. Ruhum, bedenimin aksine geçmişe hapsolmuş, kendimin şu anki haline dışarıdan bakan eski bir ben tarafından yargılanmaktaydı.
Silüetlerin bunlarla bir alakası var mıdır bilmiyorum ama onları da bir türlü benimseyememiştim. Dışarıdan acımasızca beni gözetleyen benliğime de yabancı geldiği ortadaydı. Huzursuzluğum gökyüzüne doğru kafamı kaldırdığım ve düzensiz binaların arasından insansı gölgeleri gördüğüm her an daha da artıyordu.
Hayatımda kendi idealime uygun çoğu şeyi yitirmiş olmam belki de geçmişe tıkılıp kalmamın yegâne sebebiydi. O an tüm bu içinde olduğum duruma her ne kadar kurtuluşumu daha zor hale getirecek olsa da alışabilmeyi istedim, eşimi aşabilmeyi ve her şeyi tekrardan yavaş yavaş inşa edebilmeyi düşledim. Belki de o silüetlere baktığımda benim için de bir şeyler ifade ediyor olmalarını diledim.
Fakat benim aksime bu silüetler kimi için umut, kimi için korku kimi içinse birer hedef oldu. Çoğunluk hâlihazırda yaşadığı hayatta onlara yer açtı, onları adeta kucakladı, kendi inandıklarıyla ve düşünceleriyle yorumladı. Bunu yapamayanlarsa en azından onu sorgulayabilecek kadar kabullendi. Nereden geldiğini, ne anlam ifade ettiğini, ne anlamamız gerektiğini tartışıp durdu. Mutlak gerçeğin aynı anda tüm bunların hepsi mi olduğu, yoksa hiçbiri mi olmadığı bilinemeyeceği gibi cevabın çok da öneminin olmadığı ortadaydı.
Sonunda silüetlerin verdiği huzursuzluğu yenmeye başladığım zamanları hatırlıyorum. Sonunda bir şeylere alışmaya, değişmez benliğimi akışkan hale getirmeye başlamıştım belki de. Yarattığım konfor alanı zihnime iyi gelmişti. Doğrunun ya da gerçeklerin bir önemi kalmamıştı çoğu zaman için artık. Sabit ideallerimin yerini algımın benle oynadığı oyunlar almıştı. İçinde olduğum durum ne kadar anlamsız olursa olsun ona alışmaya, oradan kurtulacak gücüm kalmayana kadar kendimi konfor alanına gömmeye başlamıştım. Çoğu akşam, tek yaşadığım evimde balkondan silüetleri gözledim. Bu kadar anlamsız olmalarına karşın algımı bükebilme zehrini bana bahşetmiş gibilerdi. İki çift beyaz göze daha yakın olmak istedim. Yanlarında aynı onlar gibi umarsızca dikilen üçüncü bir silüete dönüşmeyi hayal ettim. Zihnimin her daim körpe kalan köşelerinde onlar için de yer vardı artık.
Tüm insanlıkla beraber bu gökyüzündeki iki silüetle geçirdiğim uzun yıllardan sonra merak ve tartışmalar yok olmasa da kargaşa tamamen sonlanmıştı. Çoğu kişinin ihtimal bile vermediği o an, insanlığın kapısını çaldığında; gökyüzüne olacakların habercisiymiş gibi bir sessizlik hâkimdi. Kimileri gece, kimileri doğmuş güne uyanır uyanmaz, kimileri ise öğlen yakalanmıştı bu dehşete. İnsanlar her zamanki gibi başlarını kaldırıp gözleriyle o beyaz çiftlerden en azından birini görme umuduyla silüetleri ararken tek bir izlerini dahi seçememişti. Karanlık bir gölgeden vücut bulmuş gibi duran silüetler tamamen yok olduğunda tüm insanlığı derin bir endişe ve korku sardı. İlk yok olduğu ana dair kimsenin aklında herhangi bir anı olmaması, aslında gerçekten var olup olmadıkları konusunda kafaları karıştırıyordu.