ÖZGÜRLÜĞE YOLCULUK / Tarık Yılmaz

“İnsan, kendisinde olmayan bir duygunun varlığından habersizdir.”

            Hemen her insanın kendine sorduğu, benimle başlamayan ve benimle de son bulmayacak yegane sorulardan birisi de şüphesiz ki; “Nasıl özgür olurum?” Sorusudur. Kendimize bu soruyu sormadan evvel sorgulamamız gereken köklerimiz olduğu aşikar. Peki insanın kökleri nereye dayanır? Yaşadığı topluma mı? Çekirdek ailesine mi? Nesiller öncesine mi? İnsanlığın varolmaya başladığı ilk zamanlara mı? Bu soruların hemen hepsine evet veya hayır cevabını verebiliriz. Örneğin; Evet, köklerimiz insanın ilk varolmaya başladığı zamanlara kadar dayanıyor. Hayır, köklerimiz evrimsel süreçte kendi uzantılarını oluşturmuştur. Bu sorulara biyolojik olarak cevap vermek istersek; “Tüm canlılar ile akrabalığımız dolayısıyla canlılığın olduğu her köşede köklerimize rastlayabiliriz.” Cevabını da verebiliriz. Bu sorulara zihinsel cevap vermek istersek; “Tüm canlılar ile iletişim halinde olduğumuz milyonlarca yıl dolayısıyla zihinsel olarak etkilendiğimiz gerçeğini yadsıyamayız.” Cevabını da verebiliriz. Gerek fizyolojik gerekse psikolojik olarak tüm canlılıktan etkilenmiş bir varlık iken nasıl olur da herhangi bir canlıyı yok sayabiliriz? Örneğin; sokakta aç halde dolaşan ve hayatta kalma sürecini devam ettirmeye çalışan bir köpeği görmezden geldiğimizde farkında olmadan köklerimize zarar vermiyor muyuz? Canlılığı görmezden gelerek yaşarken özümüzün farkında olabilmemiz ve hasret kaldığımız özgürlüğümüze kavuşabilmemiz ne kadar mümkün? En büyük yanılsamalardan birisi de; özünü keşfetmek için yola çıkmış insanın yalnızca kendisini incelemesidir. İnsan, kendini incelerken ailesini, sevdiklerini, doğayı ve hatta bağ maymuncuğunu görmezden geldiği takdirde canlılık üzerinde kendi yansımasını görebilme şansını da elinin tersiyle iter. İnsan, özünü bazen annesinin bir serzenişinde, bazen bir kelebeğin kanat çırpışında, bazen ise bir daha tekrarı olmayacak kısacık bir konuşmada bulabilir. Peki özünü bulmak isteyen insan ne yapmalı?

             İlk olarak kendine; “Ben kimim?” Sorusunu sormalıdır. Evet, hemen her yerde karşımıza çıkan ve oldukça klişeleşmiş “Ben kimim?” Sorusu. Bu soru cevaplaması kolay gibi gözükse de ideal benlik ile asıl benlik arasında farkları ortaya dökeceği için cevaplaması epey güçtür. Özünü bulmak ve özgürlüğüne kavuşmak isteyen insan öncelikle kendine dürüst davranmalı. İnsan, kafasında bir karakter yaratır ve o karaktere yaklaşmaya çabalar fakat bazen de kafasında yarattığı karakter olduğuna ölesiye inanır. Kafasında yarattığı karakter ile kendi karakteri arasında savaş vermeye başlayan insan, hızla kendinden uzaklaşır ve özünü kaybeder. Bu yüzdendir ki, insan önce kendisine karşı dürüst davranarak kim olduğuna karar vermelidir. İkinci olarak ise; “Benim köküm nereye dayanıyor?” Sorusunu sormalıdır. Bu soru ile zamanda yapabilmek dahi mümkün. İnsan bu sorunun cevabını ararken annesinin, babasının ve hatta hayattalarsa anneanne, babaanne veya dedelerinin yaşantıları hakkında fikir sahibi olabilir. Sofra kültürleri, yemek alışkanlıkları, çalışma ahlakları, adetleri, kıyafet çeşitliliklerini hakkında fikir sahibi olmak öze uzanan yolculukta önemli bir adım olacaktır. Edinilen her bilgide kendine dönen ve kendini inceleyen insan, köklerinin yansımasına şahitlik edecektir. Örneğin; insan, hiç farkına dahi varmadığı el yıkama alışkanlığının dedesinin babasına kadar uzandığını anladığında özüne ulaşmak için şevklenir ve artan merakının peşinden hızla yol almaya devam edebilir. İnsan, özüne yolculuk sırasında farklı benlikleri ile tanışır, başkalaşır ve bu başkalaşım süreci yeni benliklerini keşfedebilir. Keşif süreci, öğretilerle bezeli, kimi zaman acı veren, kimi zaman ise oldukça keyifli bir süreçtir, yaşam gibi. Yaşamın ta kendisi olan özünü bulma ve kabul etme süreci, insanın varolmaya başladığından bu yana süregelmiştir. Kendine “Ben kimim? Benim köküm nereye dayanıyor?” Sorularını sorduktan sonra yolculuğa “Köklerimde varolan ve beni rahatsız eden olgular neler?” Sorusu ile devam edebiliriz. Kim olduğuna ve köklerine hakim olan insan, değişim sürecini başlatabilir. Bu süreci, tamamladığımız bir resmi düzeltmeye benzetebiliriz, fırça hala elinde, tuvalde hala önündeyken resme yön vermek gibi. Ne kadar istemesek de önümüzde bir resim ile doğarız ve bu resim yalnızca çizgilerde ibarettir. İstediğimiz takdirde çizgileri değiştirebilmek, resmi renklendirebilmek mümkündür. Resmin çizgilerini, genetik (fizyolojik ve psikolojik) faktörler oluştur ve çoğu zaman insanlar bu çizgileri değiştiremediğinden yakınır. Henüz kendini tanımayan, özünü keşfedememiş insanın ne yazık ki çizgileri değiştirebilmesi mümkün değildir. İnsan ancak çizgilerini gördüğü bir resmi düzenleyebilir aksi takdirde sürekli yakınarak boş bir tuval istemekten ileriye gidebilmesi mümkün olmayacaktır. Kendini tanıyabilen ve köklerini keşfetmek insan, resmin hoşuna gitmeyen kısımlarını görebilmek için önce yakından sonra uzaktan resmi incelemelidir. Resme yakından bakılan kısım; kökün yüzeyi yani çekirdek ailedir. Çekirdek ailesindeki rahatsızlıkları saptayabilen insan, resme uzaktan bakılan kısma geçebilir. Resme uzaktan bakılan kısım ise; kökün derini yani uzak akrabalar ve tüm insanlıktır. Çekirdek ailesindeki ve uzak akrabalarındaki rahatsızlıkları saptayan insan, tüm insanlığı da incelemelidir zira tüm insanlık birbiri ile sürekli bir iletişim halindedir. Rahatsızlıkları saptadıktan sonra ise, kabul edilmesi oldukça güç olsa da saptadığı rahatsızlıkların öncelikle kendisinde bulunan ve kendisini rahatsız eden özellikler olduğunun farkına varmalıdır. “İnsan, kendisinde olmayan bir duygunun varlığından habersizdir.”

Bu aşamadan sonra, farkında olunan rahatsızlıkların değişim süreci başlar ve değişim süreci özgürlüğe gebedir. Değişim süreci başlayan insan, kendine “Benim özgürlüğümü kısıtlayan ne?” Sorusunu sorarak özgürlüğün önündeki son bariyeri de kaldırabilir. Bu sorunun cevapları “Benim özgürlüğü kısıtlayan ailem, özgürlüğümü asıl kısıtlayan toplum…” gibi cevaplar olsa da sonunda “Kendi özgürlüğümü kısıtlayan yalnızca benim.” Cevabı ile noktalanacaktır. Özgürlüğünü kendi kendine kısıtladığını anlayan insan, özünü bilir ve özgür kalabilir. Özgürlük ise yalnızca her türlü dış etkiden bağımsız olarak kendi istencine karar verebilme durumu mudur? Bir insanın özgürlüğü başka bir insanı kısıtlıyorsa toplumsal özgürlüğe kavuşabilmek mümkün müdür? Ne yazık ki yalnızca kendi özgürlüğünü düşünen insan, tamamen özgür kalamaz. Kendi özgürlüğünü yaşarken, başkalarının özgürlük hakkını da gözetebilen insan, gerçek özgürlüğüne erişebilir.

            Sonuç olarak; Sırasıyla sorduğumuz “Ben kimim? Benim köküm nereye dayanıyor? Köklerimde varolan ve beni rahatsız eden olgular neler?” Sorular ile kendi tuvalimizdeki resmi düzeltmeye başladıktan sonra toplumsal özgürlük ile aramızdaki bariyeri kaldırabiliriz. İnsanın kaldırabilmesi en güç bariyer; özgürlük ile arasındaki bariyer değil, kendisi ile arasındaki bariyerdir. Kendiniz ile aranızdaki bariyer aştığınızda tüm tutumlarınızın, değer yargılarınızın, bakış açınızın hatta dünya görüşünüzün dahi hızla değiştiğine şahitlik edebileceksiniz. Özünü bilmek ve özgür olmak için çıktığınız bu yolculukta, kendinize direnmek yerine, kendiniz ile omuz omuza yol arkadaşlığı yapabileceğiniz bir yolculuk olmasını dilerim.

Unutmayın ki; “Her değişim bir rahatsızlık ile başlar.”

Loading

Yazıyı nasıl buldunuz?

Oy için yıldıza tıkla!

Ortalama Oy / 5. Oy Sayısı

Oyu yok

We are sorry that this post was not useful for you!

Let us improve this post!

Tell us how we can improve this post?

Paylaşarak destek olabilirsiniz!
Tarık Yılmaz 1998 doğumludur.Felsefe ve Psikoloji alanlarında yazmaktadır.Kısacası İnsana Dair Metinler Kaleme Alıyor. “Yazmak, Sesli Düşünmenin Bir Halidir.” Fikrini Benimseyerek Yazmaya Devam Ediyor. Yazım amacı ise eserlerini varoluşsal sancıları paylaşanlar ile buluşturabilmek ve yanıtlaması zor soruları tekrar tekrar dile getirebilmektir.
Yazı oluşturuldu 2

Bir yanıt yazın

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön