Hayat illüzyonunda şapkasından tavşan değil dert çıkarıyordu. Her çıkan dert şaşkınlığa itelese de bir zaman sonra göze çarpmayan rutinlikten ibaretti. Yaşanmaması gereken şeylerin yaşanması anonim kalsaydı kadere peşkeş çekilmezdi. ‘’Kaderde bu da varmış’’ cümlesi normalliğin izahatıydı. İşte insan normalleştikçe nasırlaşıyordu. Ve nasırlar arttıkça fosilleşiyordu yaşananlar.
Narkotik Aziz, rastlantısal olasılıklara bağımlı, Tanrı’nın falsolarına alışkın, iz düşümsel hayallere odaklı, mücbir sebeplerle elebaşı, kıçı bitli fakat olaylardan sabunluydu. Şansızlığa kamikaze, umuda bodoslama, küfre ibadet, aksiyonlara secde eden biriydi. Çocukluğunu sarı kumu plajlarda geçirmiş, annesinin dizleri üstünde pohpohlanmış, ‘’başarıyı’’ annesinin memesini bırakmasıyla eş değer olan, sığ bir fikre sahip olan babayla, ağabeyinin gölgesinde üşüyerek yetişmiş, ‘’sevgiyi’’ sadece insanlık göstergesi olarak tatmıştı.
Ne gittiği özel okullardan ne devlet okullarından ne kampüslerden ne de yurt dışı yaşamından… ‘’Şımarıklık zenginliğinden’’ dolayı umursamazdı. Çünkü annesinin ‘’bir tanesi’’, babasının ‘’zeki soy ağacı’’, ablasının ‘’tatlışı’’, ağabeyinin ‘’fırlaması’’ydı. Gülistanda yaşayıp dikenleri batmayan biriydi. Fakat hayat bu ya ayna kırılmış gerçek ortaya çıkmıştı. Şatafatlarına şeriat gelmiş, doyumsuzluklarına faşizm el koymuştu. Yükseklerden düşenin eğimi daha fazla olduğu için aile fertleri pert olmuştu. Kriz hem ekonomik hem de aileviydi. Sandal su almaya başlayınca kaçanlar şanslıydı. Fakat Aziz gözbebeği konumundan birkaç gün yenmeyen pasta dilimi konumuna geçmişti. Anne ve babasının farklı şıklara dağılmasından sonra Aziz iki oraya bir buraya sekiyordu. İşte bu sekmeler Aziz’i kişiliklere ayırmıştı. Annesinin yanında söz dinlemez, aykırıyken babasının yanında ise kindar ve intikamcıydı. Ağabeyi ve ablası zaten başka hayatlardaydı.
Zaman ilerledikçe Aziz ailesinden gittikçe uzaklaştı. Uzaklaştıkça farklı kapılara girip çıktı. Rüzgar nereye savurursa oraya uçuyordu. Varoluşunun öfkesini bedenine zerk ettiği tozlarla çıkarıyordu. ‘’Yetinmenin’’ ne demek olduğunu öğrenmediği için yaşadıkları da yetmemişti. Babasından da annesinin ikinci kocasından da daha zengin olabilmek için illegal işlerinin aranan adamı oldu. Zeki, yetenekli ve nüfuzunu kullanarak birkaç güvenlik memurunu ve hükümete yakın birkaç milletvekili çocuklarını tavlamıştı. Çünkü para Tanrı’nın yeryüzündeki peygamberiydi. Tapınanlar bu peygambere biat ediyordu. Aziz’de bunu biliyordu ve bu şekilde tezgahını yapmıştı. Birkaç yıl içerisinde namı adından önce tozu dumana katarak gideceği yere varıyordu. 21. yüzyılın Hasan Sabbah’ı olmuştu ve Alamut’a yaraşır bir kale inşa etmişti. Birçok kurum ve kuruluşta adamı olduğundan narkotikten her zaman paçayı sıyırmıştı. Kaybedecek bir şeyleri olmayanları korkuları da olmuyordu. Bu yüzden piyasaya lambur lumbur dalıp farklı çöplüklerde ötmeye başlamıştı. Bu yüzden her erken öten horozun kaderine muktedir oldu. Bir gece villasındaki hareminde parti yaparken, Sinek Osman’ın mini ordusu evi kan revan gölüne dönüştürmüş Aziz’in cesedini de o gölde balık gibi bırakmışlardı.
Haberlerde Narkotik’in azılı suçlusunun öldüğünü haberi vermişti ve ailesinden kimse bu duruma üzülmemişti. Hatta içten içe sevinmişlerdi. Çünkü yaptığı her şey ailesine de dokunuyordu ve isimlerine çamur sıçrıyordu.
Vesselam. Hasbelkader şu ki: Sevgi doğru dozlarla verilmeliydi. Fazlası ruha zarardı.