– Rakı insanı soyar. Sarhoş sofradan çıplak kalkandır.
Hakan Günday
Meyhaneler, psikoterapi merkezlerinden daha çok işleyen yerlerdir. Burada şişeler terapist bardaklar terapidir. Tamam herkesin geldiği yer değildir ama herkes psikoterapi merkezlerine de gitmez. Meyhaneler, acının harmanlandığı içilen içkilerin yanına mezedir. Soğuk meze değildir acılar. Çünkü acılar soğumaz. Hatta içilen içkinin yanına meze bile istemezsin içki soğuk olsun kafi. İsmet Abi, bizim mahallemizin en kral abilerindendir. Bir de İsmet abinin Pike Cevdet kardeşi vardı. O biraz uçarıdır. Yaşına sebep verir hep İsmet abi
” Daha yirmi yaşında ilerleyen yıllarda toparlar. Ben onun yaşındayken adam yaralamadan içerideydim. Sonra büyümeye başladık işte. Malum, hayatın değneği sert ve Enderun’da dizler kırılır.” demişti.
Büyük Sustalı Mehmet’in soyundan gelirmiş İsmet abinin geni. Büyük büyük büyük dedesiymiş. Zamanında birçok kabadayı, haydut, hırsızlarla tek başına savaşırmış. Uzun boylu dalyan gibi adammış. Bir vurduğu yerden kalkamazmış. Hatta bir anlattığına göre o zamanlar bizim mahalle kasaba iken düşmanlar basmış kasabayı. Sustalı Mehmet ve çetesi 150 kişilik düşmanı kasabadan defetmişler ve yıllar sonra bizim mahalleye adı verilmiş. Sustalı Mehmet Mahallesi. Hatta İsmet abinin meyhanesinin ismi de Sustalı Meyhane’dir. Şimdi tezgahın üstünde aile fotoğrafının yanında duvarda asılı olan sustalı dedesine aitmiş. Gümüşten yapılmış ve oymalı bir bıçak. Oldukça büyük ve keskine benziyor. İşte böyle İsmet abinin geni. Ama kendisi oldukça mazlum bir adam. Zamanında ne kadar atarlı bir gençlik yaşasa da hayatımda tanıdığım en temiz kalpli insandır. Yaşça oldukça büyük olmasına rağmen benim en iyi dostumdur. Ne derdim ne sıkıntım varsa konuşur bir çare bulurdu. Ben de devamlı gelirim bu meyhaneye. İçki içmesem bile, oturur bir masaya geleni, gideni izlerdim. Çünkü meyhanelere farklı hayat hikayeleri girerdi. Gelenleri izler, onların hayatları ile ilgili düşünceler geçirirdim. Bazen birinin yanına oturur, sohbet ederdik. Yine bir akşam üstü uğramıştım İsmet abinin yanına, yaklaşık iki saat lak lak yaptık. Muhabbet bitince patates kızartması ve içkimi, alıp bir masaya oturdum. O ara meyhane de beş kişi vardı. Onları izliyordum. Üç arkadaş bir masada hararetli konuşarak rakılarını içiyorlardı aheste aheste. Diğer iki kişi de gençti ve biralarını yudumluyorlardı sigara yakarak. Konuşmuyorlardı sadece içiyorlardı. Biraz zaman geçtikten sonra içeriye bir adam girdi. 40-45 arası yaşlarına bir adamdı. Ama içeri girer girmez onunla meyhane bir hüzün gelmişti. O anda radyodan Müzeyyen Senar’ın eşsiz sesinden gelen Kimseye Etmem Şikayet şarkısı çalmaya başlamıştı. Meyhanede çalan her şarkı, kadehlerin sesiydi. İçilen içkiler değil şarkılar sarhoş yapardı adamı. Adam iki masa önüme bana dönük şekilde oturmuştu. Sadece rakı istedi. Masaya çıkardığı Samsun 216’sından bir dal çıkarıp rakıyı doldurdu. İlk bardağı yarıya kadar rakı koyup, dikledi başına. Ardından sigarasını yaktı. Derin derin iki duman çekti yıllanmış ciğerlerine. Sonra rakıyı yine yarıya kadar koydu ve az bir suyla açtı rakıyı. Ben daha biramı yarılamadan adam üç bardak rakıyı devirmişti. İsmet abi de adamı izliyordu. En son dayanamadım. Adamın masasına gittim
” Pardon abicim sigarandan bir tane alabilir miyim? ‘‘dedim. Adam paketi bana doğru uzattı. Ben de içinden bir tane aldım ve masasına oturdum. Adam hiçbir şey söylemedi. Biraz adamı inceledim. Yaşına göre yaşlı gösteriyordu. Bedeni zayıf, saçları beyaz ve seyrek, gözleri ise hüzünlüydü.
” Hayırdır abicim efkarlı görünüyorsun? ” dedim dayanamayarak. Adam istifini bozmadı. Rakısını içmeye devam etti. Rakısını yarıladığında radyodan Gülden Karaböcek’in seslendirdiği Eğer Ağlıyorsam şarkısı çalmaya başladı.
Bakarsan anlarsın gözlerime sen diye giriş yapan Gülden Karaböcek’ten sonra adam konuşmaya başladı.
” Devlete iki evladımı şehit verdim ben. ” dedi rakısının kalanını içtikten sonra devam etti ” 2 sene önce Tunceli’de polis olan oğlumu hainler öldürdü. Daha oğlumun ölümüne alışamadan diğer oğlum da… ” devamı getiremeden eğer ki ağlıyorsam yaşıyorum ben şarkı sözleriyle birlikte ağlamaya başladı adam. Ama ansızın yağan saniyelik yağmur gibi uzun sürmedi, bitap düşmüş elmacık kemiklerinden aşağıya kayan yaşlar.
” Daha 26 yaşındaydı. Ağrı’da askerlik yapıyordu. Askerliğin bitmesin bir ay kala izinli olduğu gün hainler tarafından öldürüldü. Gencecik bedenini gazete kağıdıyla örtmüşlerdi. Bir paçavra gibi yerde gazete kağıtlarıyla yatıyordu. Devlet sağ olsun ama içimiz de yanmasın artık. Devlet büyükleri evime ikinci defa gelip baş sağlığı diledi. Yüreğimin acısıyla tersledim onları. Kovdum hepsini evimden. Bir daha dedim, size ne şehit veririm ne de asker polis. Siz kendi canınız için başkalarının canını yakıyorsunuz. Kendi evlatlarınız milyon dolarlık yatlarda rahat gezsin diye bizim gibi kuru ekmeye muhtaç insanların evlatları canını veriyor dedim hepsine ve çekip gittiler. ”
Konuşurken gözlerinden çıkacak gibi oluyordu gözbebekleri. Rakısını tam doldurdu ve sek olarak üç yudumda içti. Devam etti.
” Evlatlarımın acısını dindirebilirim belki zamanla ama torunum… İlk çocuğumdan miras kaldı bana o tam 4 yaşında. Görsen öyle güzel öyle sevimli ki. Kız torun dedesiyim ben çok seviyorum onu oğluma benziyor biraz ve onu her öptüğümde sanki oğlumu öpüyorum. Ama bana bugün bir soru sordu. Hayatımda cevabını veremediğim bir soru. ”
Samsun 216’sından son dal sigarasını yaktı.
” Bugün onu parka götürdüm. Salıncağa bindi kaydıraktan kaydı pamuk şeker yedi. Sonra bana dönüp dedi ki babam nerede? neden gelmiyor özlemedi mi beni hiç? Şimdi sana soruyorum delikanlı bu soruların cevaplarını kim verecek? Devlet mi? Yoksa ben mi? ”