Vardiya değişim saati gelmiş, soyunma odasına yürüyordu yorgun adımlarla. Son zamanlarda işçi çıkarımı yüzünden iş yükü epey artmıştı. Şikayetçi değildi Ahmet Bey, alışıktı çok çalışmaya. Yıllardır aynı fabrikada ter döküyordu. Alışmayıp ne yapacaktı gerçi, üç tane çocuk büyütmek zorundaydı. ‘Bu pazar da izin yok’ dedi yanında üzerini değiştiren arkadaşı ‘zorlanmaya başladım, böyle iki haftada bir izin olmaz ki, makine değiliz ya!’ Yapacak bir şey yok der gibi boynunu büktü Ahmet Bey, ‘onlar da biliyorlar işte mecburuz diye yüklenip duruyorlar’ dedi kısık sesle. Sendikadan bahsedecek oldu arkadaşı ama pek oralı olmadı Ahmet Bey, aklı ermezdi öyle işlere. ‘İyi akşamlar’ deyip evinin yolunu tuttu hızlı adımlarla. Gecekondu mahallesinde başını soktukları bir evleri vardı. Aza kanaat etmek işlemişti ruhuna, öyle çok şeyde gözü yoktu. Aç kalmasın açıkta kalmasın tüm amacı buydu hayatta. Eşi Nevin Hanımın o güzel çorbası her derde devaydı sanki, bütün yorgunluğunu unuttu içtiğinde. Bugünden bir farkı olmayacağını bildiği yarına uyanmak için odasına çekilip güzel bir uyku çekti.
Bir akşam vakti Nevin Hanım evde yalnızken kapı çalındı hızlı vuruşlarla. Ahmet Bey mesaiye kalacaktı açıp açmamakta tereddüt etti, saat epey geçti. Kapındakinin de gideceği yoktu, ürkek bir sesle ‘kim o’ dedi Nevin Hanım. ‘Aç teyze benim Özgür’ dedi boğuk bir ses. Teyzesi biliyordu onu, yine başını belaya sokmuştu anladı hemen, zaten ‘ablamın ölümüne Özgür sebep oldu dayanamadı kadın’ derdi hep. Yanındaki kız arkadaşıyla girdiler hemen içeriye. ‘Neden geldin?’ diye sordu kolundan tutup mutfağa doğru sürüklerken Özgür’ü. ‘Yine ne yaptın, bu kız kim?’ diye sıralıyordu sorularını. ‘Sakin ol teyze, bu gece idare et kalacak yer lazım, sabah erkenden gider.’ ‘Ne demek gider? Sen’ dedi teyzesi, sinirli gözleri kocaman açılmıştı. ‘Ben birazdan gideceğim’ dedi Özgür. ‘Evde üç tane çocuk var, tanımam etmem, kalmasın al götür, benim başımı belaya sokma’ dedi kızgın bir tonda. Çocuklardan en büyüğü on yaşındaydı, uyanmıştı, salonda oturan yabancı ablaya baktı kapı kenarından gözlerini ovalayarak, gülümsedi, uykulu gözleri babasını arıyordu.
Yirmi iki yaşındaydı Özgür, dünyayı değiştirebileceğine inandığı yaştaydı. Uzun boyu, siyah saçları, siyah bıyıkları ve öfkeyle bakan gözleri vardı. Odasında okunması yasak kitaplar bulundurduğu için askeri okuldan atılmış, bir yıl sonra İstanbul Üniversitesine girmiş hukuk öğrencisi olmuştu. Siyasi yürüyüşler, okul içinde şiddet içeren tartışmalarla geçiyordu zaman. Çocukken de pek bir isyankardı. Dedesi ‘anarşist olacak bu çocuk, dikkat edin’ derdi kızdığı zaman, annesi çok alınırdı kayınbabasına, ne ister küçük çocuktan diye düşünürdü. Kimse ihtimal vermezdi, çocuktu nihayetinde. Büyüdüğünde evde kimsenin olmadığı bir vakit arkadaşlarıyla gelerek ne var ne yok toplayıp götürecek, babasına yalnızca bir takım elbise bırakacaktı. Annesi işte o gün umudunu yitirecekti ondan yana. Mezun olmasına yakın bir gün, okul önünde çıkan olaya karışmış tartaklanmıştı, o kargaşada karşı guruptan bir öğrenci ölmüştü. Polisten kaçarken çok sık görüşmediği teyzesi tek şansı olmuştu.
‘Ben gidiyorum teyze’ dedi bir süre sonra Özgür, ‘Ayşe’de sabah gider, lütfen’ dedi yalvaran gözlerle. Bir şey yapamadı Nevin, sinirli ve isteksizdi. Salondaki koltuk üzerine çarşaf serdi, üzerine de bir battaniye verdi. Kafasında kurduğu bir sürü şey canını sıkıyordu. Bir an önce sabah olsun diye oyalanmaya çalıştı. Ahmet Bey nihayet evine gelmişti, salonda uyuyan kızın kim olduğunu sordu. Nevin Hanım sinirli bir şekilde olanları anlattı, ‘terörist midir, hırsız mıdır getirdi koydu buraya’ diye Özgür’e söyleniyordu. Ya polis gelirse diye korkuyordu ya takip ettilerse bunları ne deriz ne yaparız diye düşünüyordu. Uyku yoktu bu gece anladı. ‘Korkma Nevin’ dedi eşi ‘bir şey olmaz, zaten sabaha ne kaldı, birazdan kalkar gider, bu saatte dışarıya mı atalım kızı, hem polis gelse bile anlamaz mı halimizden, çoluk çocuk ne işimiz olur öyle şeylerle!’
Yattılar, uykuya dalmak üzereydiler ki kapı yerinden sökülürcesine yumruklanıyordu. Ne olduğunu anlayamadılar önce, ikisi de fırladı yerinden, çocuklar uyandı korkuyla ağlayarak, kapı hâlâ yumruklanıyordu. Açtı Ahmet Bey, içeriye bir anda askerler girdi, evlerinin etrafı da sarılmıştı, kapı önünde elleri kelepçeli Özgür duruyordu, kaçamamış otobüse binerken yakalanmıştı. Kızı da aldılar hemen yaka paça. Aranmadık yer kalmadı evde, çocukların yatakları, her şey yerlerdeydi. Özgür’e yaklaştı teyzesi, yüzüne tükürdü. Konuşmuyordu Özgür, başı öne eğikti. Ahmet beyi göstererek ‘alın bunu da’ dedi jandarma. Nevin hanım ağlıyordu, ‘onun bir şeyden haberi yok, evde bile değildi, bu çocuk benim yeğenim, zorla geldiler buraya’ dedi. ‘Tamam Hanım’ dedi tok bir ses, ‘bey gelmezse seni götürürüz, hem ilginiz yoksa niye korkuyorsun?’ Ahmet beyi de alıp gittiler. Saat beş olmuştu, Nevin Hanım çocukları sakinleştirmiş uyutmaya çalışıyordu, dağılan evi toparladı biraz, ne yapacaktı nasıl yapacaktı bilmiyordu, belki sabah gelir diye bekledi, hava bir türlü ışımıyordu…
Sabah saat yediye doğru çıktı evden annesine gitti, çocukları bıraktı Nevin Hanım. Sonra en yakın karakola gitmek için yola koyuldu. Kimse bir şey bilmiyordu, kimse de ilgilenmiyordu zaten. Bizim ilgimiz yok diye ağlıyordu derdini anlatarak, karşısına çıkan herkes ‘ilgisi yoksa bırakırlar’ diyordu. İstanbul’u dolaştı bir günde neredeyse, her biri farklı yer söyleyerek oradan oraya gönderiyordu. Ayaklarında hal kalmamıştı artık. Bugünü hayatının sonuna kadar unutmayacaktı! Karanlık çöküyordu, hâlâ hiçbir haber yoktu. Sanki hayali bir varlığı arıyor gibiydi. Çocuklarını alıp evine döndü, çaresizce beklemeye başladı. Ertesi sabah kapı çalındı, koşarak açtı Nevin kapıyı, Ahmet Bey dönmüştü. Yorgun, halsiz, sanki kaza geçirmiş gibi bir hali vardı, oturdu konuşmadan. Yüzünün bazı yerlerinde hafif morluklar oluşmuştu. En küçük çocuk uyandı, baba diye atladı kucağına, sesi çıkmadı ama canının yandığı gözlerinden belliydi, acı bir ifade vardı suratında. ‘Ne yaptılar sana?’ dedi Nevin Hanım kısık ve üzgün bir sesle. Sadece baktı Ahmet Bey uzun bir süre eşinin ağlamaya hazır gözlerine. İkisi de biliyordu bir daha hiçbir şey eski gibi olmayacaktı. Dile gelmiyordu yaşananlar. Ahmet Bey’in inandığı her şey yerle bir olmuştu. Daha sessizdi artık. Daha dalgın. Arada derin derin nefes alıp en ufak bir seste pencereden etrafı gözlüyordu. Gururu incinmiş, güveni sarsılmıştı. Yaşadıklarını hiç söze dökmedi, o gece hafızasından hiç silinmedi. Gözleri ve elleri bağlı duyduğu acı ve çığlıklar belliğine kaydedilmişti. Yüzündeki morluklar geçiyordu da içinde kapanmaz bir yara oluşmuştu. Zaman kavramını yitirdiği o geceye bir ömür sığdırmıştı.