Dört taraflı odanın içinde sadece bir tarafta pencere vardı, tam karşımdaydı. Kocamandı ve perde sonuna kadar açıktı. Hava aydınlıktı, bol güneşli. Tek bir bulut yoktu güneşle aramızda. Gökyüzü masmaviydi. Oysa içim karanlıktı. Geceden beter, zifiri karanlık. Sanki ruhuma zift bulaşmıştı, sanki ruhum karanlık bir bataklığa batmıştı. Çırpındıkça daha da battığım bir ruh çıkmazıydı bu.
Bir insan daha gençlik rüzgarları eserken etrafında, nasıl bu kadar yorgun hissedebilirdi kendini hayata karşı? Neydi bu geç kalmışlık telaşı? Sanki herkes yolunu bulmuş adım adım ilerlerken sadece ben duruyordum. Bu pencerenin karşısında öylece duruyordum. İşte sorun da buydu ya zaten, ben sadece duruyordum! Dünya bile yerinde durmaz dönerken, akreple yelkovan durmaksızın yarışırken, zaman acımasızca akıp giderken… Ben öylece durmuş, karşımdaki manzarayı izliyordum. Manzara da nasıl güzel ama… Büyülemiş içten içe, bağlamış kendine. Kalkıp gidersem onu kaybetmekle tehdit etmiş beni. Korkmuşum ben de, hatta ödüm kopmuş onu kaybedeceğim diye. Öyle ki onun uğrunda kendimi kaybetmeyi bile göze alabilmişim.
Çaresizdim. Hiçliğin ortasında çaresizliğe sarılmıştım. Yaşam rutinim hep aynıydı ve hep aynılık, korkunç bir hiçliğe sürüklemişti beni. Dönüp dönüp aynı filmi başa aldım, aynı kitabı okudum defalarca, aynı yerlerde gülüp aynı yerlerde ağladım. Aynı hayatı yaşayıp durdum. Sırf bu pencerenin karşısından kalkmayayım diye, sırf manzaram kaybolmasın diye. Sonra bir gün, garip bir şey oldu. Bir gün ansızın kendi içimde kayboldum. Hiç bilmediğim bir ülkenin yabancı bir sokağındaymışım gibi, kendi ruhumda yabancı bir sokağa rastladım. Apansız bir cesaret sardı etrafımı. Apansız bir cesaret ve hala geç kalmadığıma dair heyecanlı bir umut…
Kalktım, silkelendim, kendi ellerimle örtünüp altına saklandığım ölü toprağını attım üstümden. Kapattım camı pencereyi, sonuna kadar çektim tüm perdeyi. Oda ıssız bir karanlığa büründü, ruhumun ışıkları yandı. Ardıma bakmadan çıktım gittim. Hayatın beni götürmek istediği yerlere gittim. Olmam gereken yerlere gittim. Doğru zamanda, doğru yerde olmaya gittim. Ait olmadığım ama hayranı olduğum, bir parçası olabilmek için her gün can çekiştiğim o manzarayı terk ettim. Kendi hayatımı seçtim.
Sonra bir gün, geri döndüm. Ama eski ben olarak değil. Başka kitaplar okumuştum; ben, benden ibaret değildim artık. Binlerce karakter vardı içimde. Başka filmler izlemiştim, olabilecek her senaryoya açıktım. Farklı sonlar garipti ama korkutucu değildi artık benim için. Durmak bilmeyen dünyada onunla birlikte dönmüştüm, akrep ve yelkovanla el ele verip zamana teslim olmuştum. Hayatın durmak bilmeyen akışında ben de durmamış, onunla birlikte akmıştım ve o akış, beni bir gün başladığım yere getirmişti.
Dört taraflı odanın içinde cama doğru ilerledim. Tutup kalın perdeleri bir hışımla çektim. Benimle akan zamanın şahidi olan tozlar uçuştu etrafta ve birden manzara belirdi karşımda. Bembeyaz karlarla örtülü, sessiz bir kış gecesi… Akıp giden zamanın içinde benim gibi manzaram da değişmişti ve ben o gün fark etmiştim. Ben hiç yaz insanı değilmişim meğersem. Karşısında tutuklu kaldığım manzara benim erişilmezim değilmiş. Benim huzurum gecedeymiş, benim hayranlığım karlı dağlaraymış. Ben kış insanıymışım da haberim yokmuş.
Eğer ki gitmeseydim, değişmezdim. Kışı sevdiğimi, karın güzelliğine vurulabileceğimi öngöremezdim. O aydınlık manzara beni terk ettiğinde, kapatır camı pencereyi kendimi bu odada acımasız bir karamsarlığa hapsederdim. Yeniden yaz gelene kadar çaresizce beklerdim ve kendi manzaramı hiçbir zaman göremezdim, aramızda bir perdelik mesafe varken üstelik…
İşte bu yüzden, bazen insan gözünün önündeki şeyleri görüp fark edebilmek için de gidebilmeli. İnsan değişebilmeli, farklı manzaralara farklı açılardan bakabilmeli. Öyle ki gördüğü her güzelliğe tutulmasın, ait olmadığı şeylerin peşinden koşmasın, zamanla yarışmasın; onunla birlikte aksın.
Durmak bilmeyen dünyada durmak, bir insanın kendine yapabileceği en büyük kötülüktür. Her insan vakti geldiğinde gidebilmeli, değişebilmeli ve ait olduğu yeri yüreğiyle bulabilmeli. Unutmayın, evrenin sınırları hala net bir şekilde çizilemedi. Sizin manzaranız da bir yerlerde bulunmayı bekliyor olabilir. Doğru zamanda, doğru yerde olabilmeniz dileğiyle…
Yolunuz açık olsun!