Mahallenin arkasındaki ormanın ağaçları boydan boya yaş ve yapış yapıştı, ağaçların bir kısmı güneş sayesinde kurumuş olup yaprakları rüzgârla kıpırdayarak ahenkle ışığa karşı dans ediyordu. Toprak nemliydi hâlâ, bir süre toprak kokusunu içime çektim. Yağmur çok önce yağmış olmalı, mahalle sokakları ıslak ve kuru olmak arasında gidip geliyordu. Dağınık dizilmiş evler güneşin sokaklara girmesini engelliyordu.
Buraya ilk geldiğim zamanı hatırlıyorum da ne kadar çabuk geçmiş. İlk tuttuğum ev çok kötüydü, ev sahibi içini temizlemeden çıkmış, bir buzdolabı ve eski küflü yatağını da içinde bırakmıştı, boyası çıkmış duvarlar, sökülmüş kapılar ve kırık pencereler gözümü korkutmaya yetmişti, tek güzel yanı koridordaki büyük boy aynasıydı ya da başka ev kiralamak için paramın olmadığından kendimi kandırmıştım. Evi düzenlemem haftalarını almıştı, o zamanlar korkunç gözüken o anlar şimdi gözlerimi yaşartıyordu.
Evimin bulunduğu sokağa girdim, hâlâ yerinde duruyordu ancak balkonu çiçeklenmiş dışı mor renge boyanmıştı. Hemen dibindeki ev öğretmen arkadaşımın eviydi, o zamanlar sürekli dedikodu yapmak ve kahve içmek için birbirimize gidip gelirdik, acaba orada mıydı merak ediyorum. Onun alt tarafında yeni açılmış bakkal vardı, burada yaşadığım zamanlarda bir sokak aşağıdaydı, aynı kişi yer değiştirip buraya çekmiş olmalı dükkânı.
On iki sene olmuştu buradan gideli, gitmek benim için çok zor olmamıştı, zaten burayı sevmiyordum, her evden gelen yemek kokuları, çocukların oyun çığlıkları ve sokağa oturmuş kadınların dedikodu görüntüleri beni tiksindiriyordu, şimdi ise hepsine hasret kalmıştım.
Ağır ağır yürüyerek bakkala girdim, içeride on yedilerinde görünen iriyarı genç bir çocuk veresiye defterindeki borçları hesaplıyordu. Benim içeriye girdiğimi fark etmeden hesaplamasına devam etti, bazen hesaplarken dudaklarını hareket ettiriyordu bazen ise parmaklarını kullanmaktan kendini alıkoyamıyordu. Sonunda beni gördü ve iç çekerek hesaplamayı yarıda kesip defterini kapattı.
“Bir şey mi istemiştiniz?” diye sordu onu böldüğüm için memnuniyetsiz olduğunu belirten bir ses tonuyla.
“Ben Ramiz abiye bakmıştım.” dedim kısık sesle, sanırım gerilmiştim genç çocuğun bakışlarından.
“Kendisi babam olur, Cuma namazına gitti birazdan gelir.”
“Sen Mustafa mısın?” diye hayretle sordum.
“Evet.” dedi, ilgisini çekmiştim. “Sizi tanımıyorum, kimsiniz?”
“Çok uzun zaman oldu, seni en son gördüğümde beş yaşındaydın.” İç çektim, ne kadar büyümüştü. “Ben burada yaşıyordum on iki yıl önce, sen doğduğunda anneni hastaneye ben götürmüştüm.”
“Anladım.” dedi önemsemeyip kestirip atarsak.
Benimle konuşmanın pek ilgisini çekmediği belliydi bu sebeple sessizce Ramiz abiyi beklemeye karar verdim, o sırada pencereden mahallede nelerin değişmiş olduğunu merakla analiz etmek kararı aldım. Karşı apartman dikkatimi ilk çekenlerden olmuştu, başında mavi eşarbı olan genç bir kız iki çocuğundan kız olanı emzirirken oğlanı kolundan tutmuş yola atlamasını engelliyordu. Eşarbının kenarından iki örgü sallanıyordu, özenle örülmüş saçlarından bir iki sarı saç teli alnına düşmüştü, mavi gözlerindeki yorgunluk neler yaşamış olabileceğini gösteriyordu aslında. Bu kadar erken yaşta evlenmenin pişmanlığını yaşıyordu belli ki, çok yanlış olduğunu düşündüğüm şeylerden biriydi erken evlenmek, sonra da böyle ceremesini çekiyorlardı. Erkek çocuk yaşça büyüktü, yerinde duramıyordu, bebek olanı ise annesi her abisini tutmak için göğsünü geriye çekse çığlığı koparıyordu. Beni darlayan bu görüntüden hemen uzaklaşmak istedim.
Gözlerim üst sokaktaki evlere ilişti, bu evleri zar zor hatırlıyordum, birinde eski eşim oturuyordu diğerlerinde ise görümcelerim ve kaynanam. Evlendikten sonra benim eve taşınmıştık eşimdin maddi durumunun olmayışından, zaten kaynanam parayı geçtim günahını bile borç vermezdi. Ayrılmamızın en büyük sebebiydi kendisi, sürekli evliliğimize salça olmakla meşhurdu, kim bilir şimdi ne yapıyordu, umarım acı içinde kıvranıyordur.
Saatler zor geçti, nefes almak için dışarıya çıktım tekrar. Küçük bir çocuk koşarak yanımdan geçti, düşmemek için kendimi zor tuttum, sükûnetimi koruyarak duvara yaslandım. Önümden iki kadın başlarıyla selam verip geçti, önce yanlış gördüm sandım fakat dikkatlice baktığımda görümcelerim olduğunu fark ettim. Benimle alay mı ediyorlardı, ne yüzle bana selam verebiliyorlardı anlayamadım.
“Babam geliyor.” diye seslendi Mustafa içeriden.
Gözlerim heyecanla Ramiz abinin üzerine döndü. Heyecandan gözbebeklerimin büyüdüğünden emindim.
Yürümeye devam ederek yavaşça bana yaklaştı. Ne olduğunu anlamayan bakışlarla bakıyordu.
“Benim Ramiz abi, Selda.” Dedim gülümseyerek.
“Selda, kızım sen misin?”
“Evet. Nasılsın Ramiz abi, umarım iyisindir.” Daha samimi olsun diye elini alıp öpüp alnıma götürdüm.
“İyiyim iyi kızım, sen söyle sen nasılsın, bir kayboldun bir daha göremedik seni.”
“Ben iyiyim.” dedim dolu gözlerle “Sana bir şey sormak için geldim.”
“Sor kızım.” Dedi yumuşak ses tonuyla.
“Kı-zım” dedim kekeleyerek “Kızım nerede? Onu almaya geldim.”
Tam on iki yıl boyunca görmemiştim kızımı, onu terk ettiğimde yedi yaşındaydı henüz, bırakmak zorunda kalmıştım, burada kalsaydım onun için de benim için de cehennem olacaktı ev. Biliyorum onunla karşılaştığımda bambaşka biri olacaktı karşımda, bana kızgın bir kız olacaktı ama affettirecektim kendimi, onu buradan alıp gidecektim çünkü ben de bambaşka biriydim artık, kendine güveni olan çocuğunu terk etmeyecek biriydim artık.
Sessizce öylece durdu, sanki ne söyleyeceğini bilmiyormuş gibi bana bakıyordu. Bir an onu kolundan tutarak “Kızım nerede söylesene” diye sarsmak geldi içimden fakat kendime hâkim olmaya çalıştım.
Tek kelime etmeden parmağıyla karşı apartmandaki mavi eşarplı kızı işaret etti. Sırtıma ateşte kavrulmuş bir demir koymuşlar gibi irkildim ve geriye sendeledim.
“Bu imkânsız, benim kızım bu halde olamaz, babası ona bunu yapmaz, yapamaz.”
“Borcu vardı Ahmet’in, Süleyman ise dul bir adamdı ve market borcu dâhil tüm borçlarını silmeyi teklif edince Ahmet’in işine geldi, zaten üvey annesi de senin kızı istemiyordu. İnan hepimiz uyardık ama nafile, kulaklarını karısı dışında hepimizde tıkadı.” Elini omzuma koydu ve acımı hafifletme umuduyla okşadı.
Bu muydu gerçekten, seneler önce gül gibi büyüttüğüm kızım dul ve yaşlı bir adamla evli olup iki çocuğun içinde mi eziliyordu, daha kötüsü mutsuzdu. Bunların hepsi benim suçumdu, onu terk etmeseydim bunları yaşamayacaktı, geri döndüğümde işlerin kolay olmayacağını biliyordum ama bu kadar korkunç olacağını düşünmemiştim. Şimdi ne yapacağım ben?