Dakikalardır kehribar rengine takıldı gözüm. Tavan arasında unutulup taşlaşmış bir kavanoz bala… Çocukluğumdan arta kalan ne varsa uçup gidecekler sanki, kenarları küflü metal kapağı açabilsem. Öyle kaynamış ki metal ve cam birbirine. Ah bir açabilsem…
Döşemelerden yayılan tozlu ve çürük koku genzimi yakıyor. Eskiden çam kokardı. Her gün silerdi yerleri ninem, bükük beliyle. Sakız tülbentleri vardı, bir de üzerine sinen karanfil kokusu.
Kocaman turuncu çiçekleri solmuş perdeyi usulca açıyorum. Şöyle kovalarca suyla temizlemek geliyor içimden, bütün camları. Tüm odaları süpürmek, yerleri parlatmak, gördüğüm ne varsa yıkamak geliyor içimden. Sahi, gelir mi eski kokuları?
Kapıyorum gözlerimi. Göz kapaklarım bir perde gibi iniyor anılarımın üzerine. Ninem en değerli keçisinden yenice sağdığı sütü getiriyor bir bakraçta. Kaynamış sütün kokusu geliyor burnuma. Dedem, yaban ellerden getirdim dediği kekik kokulu bal kavanozunu bulup geliyor tavan arasından. Birer kaşık veriyor torunlarına, şifa niyetine. Amcam hiç bitmeyen askerlik anılarını anlatıyor, ezberlemiş yengem hepsini, kelimesi kelimesine. Kuzenim Deniz’le ne yapsak diye düşüyoruz. Çiçekleri mi sulasak, top mu oynasak tayfayı toplayıp, bakkaldan leblebi tozu mu alıp gelsek ya da bidonları alıp kaynak suyu doldurmaya mı gitsek? “Çok sıcak şimdi.” diyor dedem. “Az durun hele. Çiçekler akşamüstü ya da sabahın erken saatlerinde sulanır. Oyun da oynanmaz bu sıcakta.”
Biz de bir odanın içinde otobüs oyunumuzu oynuyoruz. Minderlerden koltuk, tencere kapağından direksiyon yapıyoruz. Somya da otobüs oluveriyor bir anda. Ah ne güzel oyunlar var böyle, uydurduğumuz…
Ocağın hemen yanındaki tozlu mindere kıvrılıveriyorum. Yemyeşil bahçelerdeyim, burnumda beyaz bir kelebek. Pembe domatesler topluyorum, çıtır biberler. Bahçemiz hiç kurumamış, aynı bıraktığımız gibi. Dallarına kuşlar gibi tünediğimiz kiraz ağacımız, saatlerce arayıp bulunca havalara uçtuğumuz dört yapraklı yoncalar, dokuma kilimler üstünde aynı kaptan kaşıkladığımız yemekler, komşu evin duvarından bize bakan bir gözü kısık sütlü kahve renkli kedi, rüzgâr estikçe yayılan iğde çiçeklerinin buram buram kokusu, gazete kağıtlarından yapıp bakkal Niyazi amcaya sattığımız çekirdek külahlarımız, akşam serinliğinde içilen çaylar, sırf karıştırmayı sevdiğimizden bardağın içine gizli gizli doldurduğumuz çay şekerleri… Hepsi karşımda, elimi uzatıp dokunmak istiyorum renkli anılarıma.
Fakat elimi buz gibi bir duvara çarpıyorum. Akşam olmak üzere. Macunları kırık pencere camından sızan ışık git gide küçülüyor. Avucumda sımsıkı tuttuğum kavanozu gece olmadan bırakıyorum bulduğum yere.
Açılmasın hiç kapak, dursun öylece…