‘Aslında biz’ dedi, slaytı durdurduğu dev ekranın önünde dinleyicilerine dönerek, derin bir nefes aldı, insanların yüzlerinde gezdirdi gözlerini, çok gizemli bir sır veriyormuş gibi devam etti. ‘Bu dünyaya defalarca geldik.’ Sustu, dinleyenlerin tepkisini ölçtü kendince, ellerini havaya kaldırarak yanlara doğru açtı. Kimseden ses çıkmadı, kimseye ilginçmiş bir bilgiymiş gibi gelmemişti belli ki. Hayal kırıklığını yüzüne yansıtmamaya çalışarak hafif tebessümle konuşmasını sürdürdü. ‘Sınırsız güçleri olan sınırsız varlıklarız. Üç boyutlu matriks içinde sıkışmış, özü unutturulmuş. Gerçek hangisi? Madde dünyasının göz alıcı güzelliği mi yoksa ruhunun derinlerinde gizli olan amaçların mı? Hatırlayın ve geç olmadan uyanın! Siz yalnızca bu bedenden ibaret değilsiniz, ölümsüz ve sonsuz bir kaynaktan gelen bilinçlersiniz.’
Toparladı cümlelerini ve son olarak ‘ruhların yolculuğu bitmez. Enerji asla kaybolmaz. Binlerce yıldır var olan bu gezende defalarca farklı bedenlerde yaşadık ve her birimizin ruhunda bu hayatlardan parçalar, izler var. Yaralarımız derinlerde bir yerlerde ve bize neden burada olduğumuzu söylüyor. Bunu bulmaya hazır mısınız?’ diyerek konuşmasını bitirdi. Birkaç saniye sonra beklediği alkış gelmişti. Yüzüne yayılan gülümsemeyle, istediği tepkiyi almış bir öz güvenle salondan ayrıldı. İnandıklarını böyle paylaşmak mutlu etmişti onu. Biliyordu aslında, her zaman kendini farklı ve sıra dışı hissediyordu. O bu gezegene insanlığı uyandırmak için gelen yıldız tohumlarından biriydi. Ruhlar bazen hatalarını düzeltmek için bu dünyaya dönerek enkarne olurdu. Bazen gönüllü olarak yardıma, bazen de karmalarını temizlemeye. En zoru bu üç boyutlu zaman ve mekanla sınırlı dünya okuluydu. Ama insan kendini hatırlarsa, öğretilen tüm kalıplardan ve sınırlardan özgürleşirse her zorluğun üstesinden gelebilirdi. Aracını çalıştırırken aklındaki tek şey bir an önce evine gidip sıcak bir duş almak ve iyi bir uyku çekmekti. Direksiyondaki tuşa dokunarak müziği açtı. Bach’ın eşsiz eserlerinden biri duyuldu, sesi yükseltti, müthiş notaların çellodaki tınılarına mest olurken aracını keyifle sürmeye koyuldu. Görevini başarıyla tamamlamanın rahatlığı her hücresine yayılmış gibiydi. İnsanların var oluş hakkında araştırma yapması için kafasında soru işaretleri oluşmalıydı, kendince onu yaptığını düşündü. Binlerce yıldır anlatılan kadim uygarlıkların, kozmosun, enerjinin, uyanış çağının ne demek olduğunu herkese söylemek için can atıyordu.
Yataktan kalktığı gibi kahve yaptı kendine, gelen epostaları kontrol ediyordu. Keyfi yerindeydi, isimsiz bir maili tıkladı, çok kısa yazılmış ama son derece ilginçti. ‘Hatırlıyorum!’ yazıyordu ‘bundan yüz yıllar öncesinde de buradaydım.’ İsim yoktu, eposta adresine takıldı gözleri, ‘yolcu.’ Birinin kendisiyle dalga geçtiğini düşünerek üzerinde durmadı, diğerlerini tıklayarak okumaya devam etti. Birkaç saat sonra aynı adresten bir mail daha aldı. ‘Benim anlatacaklarıma hazır mısın?’ diyordu yolcu! ‘Kimsiniz, öncelikle kendinizi tanıtın’ yazarak epostayı cevapladı. Yanıt anında düştü ekrana. ‘İnsan bu dünyada kim olduğunu bilemez, özellikle benim gibi birçok hayat yaşamış ve her birinin anılarını hâlâ ruhumda taşırken! Bunu en iyi siz bilirsiniz Fırat Bey, yoksa bana inanmıyor musunuz?’ Dün kendisini dinleyenlerden biri olduğuna emindi. Cevap vermek istemedi ama kimin kendisiyle uğraştığını da merak ediyordu. Bir süre bekledi. Bir mail daha geldi o sırada. ‘Evet düşündüğün gibi, dün oradaydım. Konuşmanı sonuna kadar dinledim. Tanıtayım kendimi, on beşinci yüz yılda cadı diyerek yakılarak can vermiş, on sekizinci yüz yılda idam edilmiş bir kraliçeydim ben! Şimdi bu yüz yılda kim olduğumu ve ne yapmaya geldiğimi birlikte bulalım Fırat Bey.’ Birkaç kez okudu yazılanları Fırat. Kendi anlattıklarından sonra bunların saçmalık olduğunu söylemesi de garip olurdu. Anlattıklarıyla çelişkiye düşmek istemedi. Aklı karıştı bir süre, bilgisayarı kapattı sonra. En sevdiği kitabı aldı eline, altını çizdiği satırları okudu bir kez daha “bütün gördüğümüz ve göründüğümüz yalnızca bir düşün içinde bir düş.” Kitabın arasından siyah beyaz bir fotoğraf düştü yere. Eğildi fotoğrafa doğru, eline aldı. Annesinin kucağında küçük bir oğlan çocuğu gülümsüyordu, kadının gözlerinde hüzün, kollarında Fırat. Dün gibi hatırlıyordu o günü, çünkü geçmişindeki tek mutlu andı. Ne tuhaf, oysa üzerinden asırlar geçmiş gibi. Zaman çok enteresan bir hadiseydi. Aslında her şey sonsuz bir ‘şimdi’ içinde yaşanmıyor muydu? Hiçbir şey bilmiyor bu insanoğlu diye düşünürken kapı zili çaldı. Fotoğrafı da kitabı da masanın üzerine bırakarak kapıyı açmaya gitti. ‘Merhaba Fırat’ diyen o neşeli ses salonda yankılandı. ‘Nasılsın bakalım?’ diyerek koşar adım içeriye daldı, ‘bu perdeler neden kapalı, ah Fırat yine…’ derken arkasını döndü Aslı, cümlesini tamamlayamadı. Fırat kapıyı kapatmış kımıldamadan ona bakıyordu, sanki ilk kez görmüş gibiydi Aslı’yı. ‘Neyin var, iyi misin?’ dedi Aslı. Kafasını sallamakla yetindi Fırat. ‘Yeni uyandım’ diyebildi koltuğa otururken. Aslı elindeki paketleri masanın üzerine bırakırken fotoğrafı gördü ‘yine mi oluyor?’ dedi. Fırat anlamsız gözlerle bir süre Aslı’ya baktı. Ne demek istediğini anlamamıştı. Dünün yorgunluğu, gelen esrarengiz epostalar yüzünden durgundu. Konuşmaya hiç hali yoktu. ‘Kusura bakma ama şu an hiçbir şeye ihtiyacım yok, yorgunum ve sadece dinlenmek istiyorum’ dedi. Aslı hiç üstelemedi ‘tabii ben seni yalnız bırakayım, bunlar’ dedi masanın üzerindekileri göstererek ‘birkaç gün yeter, ben sonra yine gelirim, bir ihtiyaç olursa nasıl ulaşacağını biliyorsun.’ Teşekkür ederek kapıdan uğurladı Fırat.
Merak içinde bilgisayarını açtı tekrar, yeni bir mesaj daha vardı, ‘Fırat, sana daha önce de yazdığım gibi önceki hayatımdan izler taşıyorum. Farklı bedenlerde yaşadığım birçok şey aklımda, senin de söylediğin gibi, ruh bu hatıraları asla unutmaz. Ve ben burada yarım kalan işimi tamamlamak üzere bulunuyorum. Bu durum seni de yakından ilgilendiriyor.’ Bu bir şakaysa artık tadı kaçıyordu. Fırat’ın canı sıkılmaya başladı. ‘Sanıyorum ki her şeyi tamamen yanlış anlamışsınız. Evet bu dünyaya birçok kez geliyoruz ama yarım kalan işlerimizi tamamlamak üzere değil. Farklı bedenlerde ruhumuzu her hayatta biraz daha ileriye taşımak amacımız. Gelişmek, kaynağa ulaşıncaya kadar gelişmek. Ayrıca ruhumuzda önceki yaşamlara ait izler bulunur, zihnin çok derinliklerinde ve bunlara ulaşmak sandığınız kadar kolay değildir. Yani sizin dediğiniz gibi her şeyi hatırlamak pek mümkün değil sayın Yolcu. Sizi tanımıyorum ve bana yazmaya devam ederseniz gerekli yerlere şikayette bulunacağım’ yazdı ve gönderdi. Çok huzursuzdu, kalktı yerinden odasına gitti, başucunda duran ilaç kutusundan iki tane alıp ağzına attı, üzerine bir bardak su içti. Şimdi deliksiz bir uykuya hazırdı.
Sabahın ilk ışıklarıyla gözlerini açtığında rüyasında annesini gördüğünü hatırladı. Saçlarını kesmeden önceki haliyle, simsiyah o uzun saçları taradığını anımsadı Fırat, küçük ellerinde tuttuğu fırçayla. Kokusu geldi burnuna. Bu da çok ilginç gelirdi ona. Bir koku ait olduğu âna götürürdü insanı. Zamanda yolculuk gibi. Kokunun da hafızası vardı. Dünkü yazışmalar geldi aklına birden. Yolcu’dan yeni bir mail gelmiş mi diye kontrol etti. Yoktu. Anlaşılan o ki şikayet kelimesinden korkmuştu. Derin bir nefes aldı, gülümsedi. Mutfağa doğru giderken dış kapının altından atılmış bir zarf gördü yerde. Zarfı aldı, kapıyı açarak dışarıya baktı, bahçede kimseyi göremedi. Zarfı açtı sonra, gördüğü ilk şey mektubun sonundaki imzaydı, Yolcu. ‘Merhaba Fırat, ben seni bütün hayatlarımdan tanıyorum. Ayrılmaz bir bütünün parçalarıyız. Benden korkma, sana bir zarar vermem. Ama yardımını istiyorum. Hem ikimiz arasında ne fark var ki? Aynı şeyi savunuyoruz. Evrende her şey bir bütündür.’ Tatsız şaka korkutmaya başlamıştı artık, evini bilen biriydi demek ki. Fırat şaşkındı, korkuyordu. Hemen Aslı’yı aradı. Telefona yanıt gelmesini beklemeden açılır açılmaz konuştu Fırat. ‘Çok acil bir durum var çabuk buraya gel lütfen.’
Bir saat içinde Aslı gelmişti, olanları anlattı Fırat. Önce epostaları kontrol etti, sonra mektup kağıdını aldı eline Aslı, ‘bütün bunlar ne demek oluyor?’ diye sordu Fırat’a. ‘Bilmiyorum’ dedi bıkkın bir sesle, ‘seminerden sonra, yani aslında iyi bir konuşmaydı, belki de oradaydı, takip ediyordu beni. Aslında dün söylemeliydim sana, sen geldiğinde kafam karışıktı, şu an da iyi düşünemiyorum zaten.’ Aslı üzgün gözlerle izledi bir süre onu, ‘Fırat’ dedi tüm şefkatiyle, ‘sakin ol, gel otur lütfen. Ben üç gündür görmüyorum seni. Hatırlıyor musun o günü, evden çıkmak istemedin, terapi için ben geldim sana. En son o zaman görüştük.’ Fırat hafiften kekelemeye başlamıştı. Yüzü asıldı. Odada adımlarını sayarak yürümeye başladı. Parmaklarını ovuşturuyordu bir yandan. ‘Ama o epostalar peki, bak Yolcu adında biri, beni tanıyor, evimi de biliyor. Bana zarar verecek!’ Aslı yavaş hareketlerle kolundan tutarak koltuğa oturttu onu ‘gel, önce derin bir nefes al, bak güvendesin. Ben yanındayım’ diyerek bilgisayarı açtı tekrar. ‘Bak Fırat, gelen eposta kutusu boş, hiçbir sorun yok, tehlike yok!’ ‘Anlamıyorsun Aslı’ derken iyice kekeliyordu artık. ‘Hayır Fırat, senin kafan şu an çok karışık, öncelikle ben dün buraya gelmedim, ayrıca sen de bir süredir evden çıkmıyorsun. Bak şu kağıda, mektup dediğin kağıt da boş, hiçbir şey yazmıyor. Sen fazla uyuyor ve yine kabuslar görüyorsun. Gerçeği seçemiyorsun. Daha öncekiler gibi, hatırla.’ Fırat, Aslı’nın yüzüne bakıyordu boş gözlerle. Düşünüyor gibiydi ama aklında hiçbir şey yoktu. Tekrar kalktı ayağa, bir sağa bir sola yürümeye başladı hızlı adımlarla. Parmakları hayali bir piyanonun tuşlarına basar gibi hareket ediyordu. Hatırlamıyordu. Hiçbir şey hatırlamıyordu hem de. ‘Öncekiler gibi olan ne Aslı, anlatır mısın?’ dedi ürkek bir sesle.
Psikolojik sorunları olan annesi yüzünden küçük yaşlarda travmalar yaşamıştı Fırat. Tedaviden sonra babasıyla yaşamaya başlamış ama on sekiz yaşında onu da kaybedince yeniden ortaya çıkmıştı aynı sorunlar. Kabuslar çok fazlaydı, artık baş edemez hale gelmişti. Yıllardır görmediği Aslı’yı tekrar hayatına sokmuştu. Kliniğe yatması için iki aydır ikna etmeye çalıştığını anlattı Aslı. Anımsadı Fırat, Aslı onun arkadaşı değil doktoruydu. Sessiz kaldılar bir süre. Düşünüyordu Fırat, rüyalar nasıl bu kadar gerçek olabilirdi? Dokunmalar, konuşmalar, kokular… Neden gerçekliği ayırt edemiyordu? Kabus olan hangisiydi? ‘Uyumak istiyorum Aslı. Hem de çok uzun süre uyumak. Bu zihin karışıklığı ile yaşamak çok zor.’ Uzandı kanepeye Fırat. Bir süre bekledikten sonra, ‘yarın yine gelirim’ diyerek çıktı evden Aslı. Onun gittiğini kapı kapandığında fark etti. Deli miydi şimdi, öyle olmalıydı. Olmayan şeyler okuyor, yaşamadığı şeyler kuruyordu kafasında, delilikti işte! Ya gerçekse ya gerçekten daha önceki yaşamından anılarsa bunlar, ya da belki de Aslı diye biri yok! Kabus olan asıl buysa! Susmuyordu, kafasının içinde sürekli konuşan ses hiç susmuyordu!
Gece saat üçtü gözlerini açtığında. Etrafına baktı, kanepenin üzerinde uyumuş kalmıştı. Aslı’nın üstüne örttüğü battaniyeyi kenara iterek kalktı yerinden. Uyanmak bir insana azap verir miydi? Ona veriyordu! Bir bardak su içti. Gerçekleri yazarsa ayırt edebileceğini düşündü. Tarih ve saat de not atardı kenarına! Defter aramaya başladı kitaplıkta. Fotoğraflar düşüyordu sayfaların arasından. Bir kitap dükkanı önünde çekilmiş fotoğraf geldi eline. Babasıyla gördü kendini, çok özlediğini fark etti. Sekiz yaşındaydı o zaman. Babasıyla yaşamaya başladığı ilk gündü. Dikkatle baktı fotoğrafa, dükkan tabelasını fark etti, gözleri irileşti Fırat’ın. Yolcu Kitapevi yazıyordu arkalarında. Kabuslar çocukluğuyla ilgiliydi belli ki, ama çok da anısı yoktu, fotoğrafın çekildiği o günü de zor hatırlıyordu. Zorluyordu kendini, eski bir fotoğraf albümü çıkardı kitapların arasından, belki aklına bir şeyler gelir diye tek tek baktı hepsine. Görüntüler çok kısa bir an için o kadar tanıdık oluyordu ki. Karanlık bir oda geliyordu aklına, saklandığı kapaklı bir dolap! Dolaba girdiğinde başka bir gezegene geçerdi, kendini orada korurdu Fırat. Kalp atışları hızlandı. Aynı korku sardı vücudunu. Bu da bir zihin oyunu değil miydi? Düşünceyi gerçek gibi algılayan zihin, anında aynı duyguları üretiyordu, üzerinden hiç zaman geçmemiş gibi üstelik. Rafta duran defter çarptı gözüne, sanki ilk kez görüyordu bu defteri. Birisi okusun diye en öne bırakmış gibi duruyordu şimdi orada. Sayfaları çevirmeye başladı hemen, kendi yazısına benzetemedi ama okumaya başladı hızla.
Cumartesi
Terk etti beni. Çok yalnızım, oğlumu da almak istedi ama vermedim. O da giderse ne yaparım? Biliyorum benden korkuyor. Ama nasıl söyleyebilirdim? O zaman beni sevmezdi ki! Zaten artık sevmiyor. Ya büyüyünce Fırat da beni istemezse. Buna hiç dayanamam işte! Fırat’ı kaybetmeye dayanamam. Neden böyle oluyor bilmiyorum. İnsan kendi aklını nasıl kontrol edemez ki?
Salı
Kabuslar görüyorum. Hep aynı yerde aynı kabuslar. O kadar gerçek ki. Çünkü bazen uyumadığıma eminim. Bana hep kötülük yapmışlar. Canlı canlı yakıldığımı hissediyorum bazen. ‘Cadı’ diye haykırıyorlar arkamdan. Hayır delirmiyorum. Deliriyor muyum yoksa? İçimden bunları yapanlara kötülük yapmak geliyor. Fırat da sürekli ağlıyor. Çok sinirime dokunuyor bu durum, sussun istiyorum. Ya ona zarar verirsem! Kendimden korkuyorum, Fırat için korkuyorum.
Cuma
Tedaviye yeniden başladım. Tek istediğim onun yanımda olması, o benim bir parçam, nasıl ayrılabilirim. O da beni terk edecek biliyorum, babası gibi bırakıp gidecek. Lütfen beni sevmekten vazgeçme Fırat.
Fırat okumaya devam etti yazılan her satırı. Yarım yamalak hatırlıyordu şimdi geçmişi. Annesinin kendisini ne kadar ürküttüğünü anımsadı. Babasının o eve her geldiğinde şiddetli kavgalar çıktığını. Karanlık bir dolaba girdiğini hatırladı sonra. Gözünün önüne gelen bir yangın, havada sallanan bir çift bacak görüntüsü resim gibi önünde duruyordu. Babasının yerde kanlar içindeki cansız hali korkunçtu. Şimdi gördüğü bu kabuslara neden olan travmanın görüntüleri yavaş yavaş düşüyordu zihnine. Çünkü o gizli kapıyı araladı bir kere. Çok küçüktü Fırat. Babası bir gece onu almaya gelmişti. Tartışma çıkmıştı yine. Kendini en güvenli olduğu yere sakladı. Dolap çok karanlıktı! Dizlerini karnına çekmiş, ter içinde kalmıştı. Ağlarken ses çıkarmamak ne kadar zordu! Kimse kendini bulmasın istiyordu, hiç kimse ona zarar vermesin, bu dolabın içinden başka bir hayata geçiş yapabilsin ah! Ne çok istedi onu… Sonra tartışma durdu. Kısa bir sessizlik oldu bir süre. Her yer ısınmaya başlamıştı fazlasıyla. Dışarıda toplanmış başka insanların seslerini duyuyordu. Kapı yumruklanıyor, camlar kırılıyordu. Küçücük kalbi göğsüne öyle hızlı vuruyordu ki, bütün vücudu sallanıyordu adeta. Evin içinden sesler yükseliyor, birileri ‘çocuk nerede’ diye bağırıyordu. Dolabın kapısını araladı yavaşça, dumanların etrafı sardığını gördü. Alevler çok yükselmişti, annesi kendini asmıştı. Kaskatı kesildi, o gün olduğu gibi. Alevlerin diğer ucunda ‘Fırat bana doğru gel’ diye bağıran sesler vardı. ‘Fırat, oğlum, Fırat.’ Duyuyordu aslında ama tepkisizdi. Anne ve babasını o gün yitirmişti. Onları başka bir gezegene uğurladı düşünde. Daha sonra çok uzun bir süre susmuştu Fırat. Yetimhanede olduğunu hatırladı bu kez. Aslı’yı ilk o zaman görmüştü. Sevmişti o genç doktoru. Onunla arkadaş olabilirdi. Sonra yeni evine, yeni ailesine gelmişti. Ve yeni babasını çok sevmişti. Kendine farklı bir gerçeklik kurdu. O ana kadar yaşadığı her şeyi kötü bir rüya olarak kabul etti. Babası olmayı kabul eden o sevgi dolu adamla çok güzel zamanlar geçirdi. Gerçek bir hayat yaşadı onunla. Her şey çok sevdiği babasını kaybettiğinde yeniden başladı.
Kalbi bunca acıya yer bulamamıştı Fırat’ın. Uyumak istiyordu hep, sürekli uyumak, en iyi kaçış yöntemi değil miydi sonuçta… Zihni, bedenini ve hayatını ele geçirmişti. Aslı haklıydı, kliniğe yatıp tedavi olmaktan başka çaresi yoktu. Bunu en çok babasına verdiği söz için istiyordu. ‘Aile olmak için kan bağına ihtiyaç yok’ demişti babası, ‘yürek bağı gerekli, ben seni çok sevdim çocuk!’ Çok hoşuna gitmişti bu Fırat’ın. Babasının sözleri aydınlatıyordu şimdi dünyasını. ‘Yaşanılan her şey seni sana hatırlatmak için bir işaret. Karşına çıkan her insan hislerinin davetlisi. Doğru ve yanlış sadece bir bakış açısı. Sayısız gezegende, sonsuz olasılıklar içeren enerji alanında, en iyi versiyonuna ulaşmak için bulmamız gereken tek şey sevgi. Koşulsuz ve sınırsız sevgi! Unutma Fırat, gördüğün her şey içinin bir yansıması, her şey bir ayna, kendini hatırla!’ Hatırladı Fırat, babasıyla geçirdiği her anda hissettiği mutluluğu duydu yeniden. Bütün hücreleri sevgiyle doldu.
Kararlı bir şekilde salona doğru yürüdü. Yardımı kabul edecekti, madem ki her şey bir yansımaydı, Aslı da bu hizmet için ona gönderilmişti. Aslı’yı aramak için telefonu eline aldı. Gözü bir an açık bilgisayarın ekranına kaydı. Yeni bir mesaj gelmişti. Ekranı tıkladı. ‘Fırat, korkma, kim olduğumu biliyorsun. Ben senim, sen bensin, biz hepimiz Bir’iz. Beni yok edemezsin. Rüya içinde bir rüya tüm yaşantımız.’