“Hayat en beklenmedik şeylere açıktır, kimi zaman iyi bir mucize beklerken hayatın tokatıyla yüzleşebiliyoruz. Bizden tam olarak ne istediğini henüz çözmüş değiliz; iyiliğimizi mi, kötülüğümüzü mü? Bizi zorlaması sorun değil tabiî ki zorlamalı, ancak zorlamanın ardından bir ödül vermesi gerekmiyor muydu? Hani sabrın sonu selametti? Sanki sabrettikçe daha çok yüklenelim buna da dayanır diyorlar gibi. Dayanma gücüm ölçülüyorsa ben önden söyleyeyim çok fazla yer kalmadı içimde; ne umuda ne acıya ne de artık mutluluğa. İtildim, mutsuzluğa ve karanlığa doğru atıldım ve şimdi içinde olduğum karanlık için beni suçlamaları ne acı.”
“Bunu pozitif olan kişi mi söylüyor bana? Her gün gülücükler saçıyorsun, ağladığını bile görmedim ben.”
“Çünkü hala tek görevim insanları mutlu etmekmiş gibi geliyor bana. Tüm hayatım boyunca yaptığım her şeyde insanlar ne düşünür, ailem üzülür mü, mutsuz olurlar mı diye kafa yorarak hareket ettim. Onları mutlu etmek için kendimden verdim, ama şimdi bakıyorum da beni düşünen bir kişi bile olmamış; tek kaldım hayatta, kimsesiz ve başarısız. Bunu hak etmemiştim, sandım ki çabalarsam karşılığında mükâfatlandırılacağım; sandım ki koşarsam ödül kazanacağım fakat kazandığım tek şey cefa oldu.”
“ Böyle yapma, hayat sandığın gibi değil, mucizeler var, umut va…”
“Sus. Umut diye bir şey kalmadı içimde. Özellikle umut ettikçe hayal kırıklığına uğradım. Ben istedikçe sen hak etmiyorsun diye vurdu yüzüme hayat. Adalet bunun neresinde söylesene.”
“İsyan etmeyi keser misin? Allah’a isyan ettiğinin farkında mısın? Hiç mi korkmuyorsun cezalandırılmaktan?”
“Zaten cezalandırılmıyor muyum? Bu yaşadıklarımın başka bir açıklaması olamaz, bir yerde yanlış yaptım nerede olduğunu bilmiyorum, ama bir şekilde yanlış yapmış olmalıyım ki bu yaşıma kadar bu acıları bana reva gördüler.” “Düşünüyorum, cidden ne yaptım? Birinin canını mı yaktım, birinin hakkına mı girdim, yoksa birine zarar mı verdim? Pozitif biri olmak dışında ne yaptım ki? İyilik meleği gibi geziyordum etrafta, aman şuna yardım edeyim aman buna adaletli olayım, içimde tek bir olumlu kırıntı bile kalmadı, ne yaptım da bu ceza…”
“Lütfennn yeter. Çok acıtıyorsun canımı, başım ağrıyor, sus artık.”
“Çünkü sen de biliyorsun söylediklerimin doğru olduğunu, sen de farkındasın.”
“Değilim, ben hala umuda inanıyorum, mucizelere inanıyorum. Demek ki biraz daha beklememiz gerekiyor, demek ki biraz daha sabredip dua etmemiz lazım.”
“Bunları zaten yapmadım mı? Hani nerede?”
“Yapma, böyle söyleme. Biraz olsun şükret. Eskileri düşün, iyilik yaptığında karşılığını almadın mı? Hayat önündeki engelleri zorlaştırsa da hemen kolaylaştırmadı mı? Vefasızlık yapma. Sadece kendine zaman ver, demek ki bazı şeyleri yaşamak için hazır değilsin, hayat seni çoğu güzellikler için hazırlıyor ki o günlere geldiğinde değerini bil onların diye. Şu andan şikâyet etme, zorsa da kolaysa da şu anı tadında yaşa.”
“Ama başkalarına baksana, ne güzel hayatlar yaşıyor. Onlardan ne eksiğim var? Onlar bu kadar çabuk bu mutluluğa kavuşmuşken ben neden hâlâ mutluluk için kıvranıyorum. Ya inan ki güzel günlerin geleceğine inancım olsa bunları çekmeye razıyım, ama o günlerin asla gelmeyeceğini biliyorum ve böyle bir durumda umut etmemi mi bekliyorsun?”
“Başımm, çatlayacak resmen, neden bu kadar sorguluyorsun? Sorgulayınca…”
“Sorgulayınca bir çözümü olmuyor, sorgulayınca sadece kendine acı veriyorsun… Hep aynı sözler, böyle mi susturacaksın beni?”
“Ne yapıyorsun sen burada?” Aslı hanım kızını ellerini başına koymuş bir şekilde yerde çömeldiğini görünce afalladı. Etrafına baktı ve tedirgin bir ses tonuyla “Kiminle konuşuyordun?” diye sordu.
Sedanur sessizce annesine baktı. Gözaltları ağlarken makyajının akmasıyla kararmıştı, saçları keçe gibi günlerdir taranmamış ter kokusuyla yağlı karışımlı bir çöplüğe benziyordu. Baş ağrısından dolayı rahatlamak için saçını çektiği belliydi ama deli gibi görünmesi hiç iyi olmamıştı.
“Hiç, kendi kendime laflıyordum.”
“Deli misin sen? Kafayı mı yedin? Biri görse ne der hakkında? Aslı’nın kızı kafayı üşütmüş, çok düşünmekten aklını yutmuş derler kızım sana. Görücü falan da çıkmaz, kimse almak istemez seni.”
“Anne abartma istersen, insanların kendi kendine konuşmaları oldukça normal bir şey, bunu herkes yapıyor.”
“Sen herkes misin? Başarılı insanlar iş için düşünürken konuşurlar kendi kendine, fikir yürütürler, sen? Sen neyi düşünüyorsun da kendi kendine konuşuyorsun?”
“İnan bana çok yorgunum, başım çatlayacak zaten, sen de üzerime gelme istersen.”
Aslı hanım küçümseyen bakışlarla “Zaten herkes hep senin üzerine geliyor, sen de haklısın sen de.” diyerek veresiye defterini kızına uzattı. “Hadi kalk ekmek almaya git.”
“Ciddi misin? Şu halime baksana, bakkala gidebilecek durumda mıyım sence?”
“Halinde ne varmış, kalk saçlarını düzelt kendine gelirsin.”
Sedanur ısrar etmenin onu yormaktan başka bir işe yaramayacağını biliyordu. Kalktı ve üzerine palto giyip saçının yağını göstermemesi için kafasına şapkasını geçirdi. Gözaltlarını silmeye mecali yoktu elleriyle hızlıca kendine gelmek için yanaklarına vurdu.
“Bırak ben giderim.” diyerek kardeşi odaya girdi ve Sedanur’a sarıldı. “Ben hızlıca alır gelirim sen de biraz dinlen, hem işten daha yeni çıktın ne diye kendini yoruyorsun?”
Bu küçük melek Sedanur’un hayattaki tek şükrüydü. Bir insan nasıl küçük olmasına rağmen tüm yetişkinlerden daha olgun olabilirdi ki? Sedanur kardeşine sıkıca sarılarak gülümsedi. “Teşekkür ederim.” Kardeşi odadan çıkar çıkmaz Sedanur hemen üzerini değiştirdi ve kendini tekrar yatağa attı. Sarılmak iyi gelmişti. Sadece gülümsemekle yetindi, çünkü bu bile gününü güzelleştirebilecek bir şeydi.