Sevgili Bilgisayarım yine suda yaşayan bir canlının masalını anlatıcam bugün. Hatırlarsan en son sana “İncisine Aşık İstiridye”yi anlatmıştım. Şimdiki masalımın kahramanı da havuzda yaşayan kırmızı bir beta balığı. Şaşırdın diil mi? Bir akvaryum balığı havuzda, üstelik süs havuzu da değil daha çocukların içinde oynadığı-yüzdüğü diyemiyorum çünkü pek azı yüzüyor-bir yüzme havuzu. İçine atlamak yasak olduğu halde atlıyor, havuzda taklalar atıyor, deniz gözlükleriyle havuzun aşağısına bakıyorlar. Nadiren büyükler de giriyor bu havuza. 1.70cm boyundaki bir yetişkinin ancak beline geliyor su.
Çok da eski olmayan bir zamanda Türkiye’nin İzmir şehrindeki sahil kasabalarının birinde gündüz beach akşamları kafe restoran olarak hizmet veren bir işletmenin havuzunda yaşayan dokuz aylık beş santim boyunda kırmızı renkli yetişkin erkek bir beta balığı varmış. Bu beach kafenin sahibi Nilay onu İzmir’deki bir pet shop’tan altı aylıkken almış. Ana vatanı Tayland’dan o pet shopa geldiğinde daha yavruymuş. Dükkânda üstü kapaklı küçük şeffaf bir plastik bardakta iki ay yaşamış zavallıcık. Oysa içinde en az otuz litre dinlendirilmiş tatlı su olan bir akvaryumda yaşaması gerekirmiş. Böyle bardak, kavanoz veya fanusta sağlıklı gelişip büyüyemezmiş tıpkı diğer balıklar gibi. Uygun su sıcaklığı yirmi iki ila yirmi sekiz derece arasında olmalıymış. Evet labirent adı verilen organa sahip olduğundan az oksijenli sularda yaşamayı becerebilen bir balıkmış. Betalar labirent organıyla oksijeni sudan alırmış. Her yarım dakikada bir su yüzüne çıkıp ağızlarını hava ile doldurur bu havayı soluk almak için kullanırlarmış. Ancak stressiz yaşaması için içeriye bol oksijen sağlayan bir motorda gerekliymiş. Java Moss(bir yosun), saz veya elodea adlı zarif bitkinin de bulunması gerekirmiş mutlu yaşayabilmesi için. Etçil beslenen bir balık olduğundan doğal ortamında sivrisinek larvası, kurtçuk, su piresi yermiş. Havuza zaman zaman çekilmiş ufalanmış et atılabilirmiş.
Beta en eski akvaryum balıklarından biriymiş. Altı yüz yıl evvel pirinç tarımı yapan çiftçiler tarafından evcilleştirilmiş. Erkek betalar kendi türlerine özellikle de hemcinslerine karşı aşırı saldırganmış. İki erkek bir araya konulduğunda birinin ölümüyle sonuçlanan çatışmalar yaşanabilirmiş. Ne acıdır bu özelliklerini fark eden köylüler onları dövüştürmek için yetiştirmişler. Bu gelenek hala sürüyormuş. Sadece beta balıklarını değil tüm hayvanları doğal ortamından koparmamak gerekirmiş. Gelelim bizim kırmızı Betamıza. Sabahları daha müşteriler gelmeden çeşitli oyunların oyuncakların olduğu kısımdan sorumlu bir nevi eğlence bölümünün yetkilisi yaptığı işle tezat görünümde her zaman hüzünlü yaşlı adam Betaya kuru yem verirmiş. Havuzun kullanıma kapandığı akşam saatlerinde de yine kuru yem serpermiş suya. Havuz suyunun kirlenmemesi için canlı yem ya da ufalanmış et verilmezmiş Betaya. Havuzu insanlarla paylaştığından onların seslerinden, hareketlerinden çok rahatsız olurmuş. Onu yakalamak isteyen çocuklar da cabasıymış. Havuzun ortasından şelale dökülürmüş. Sığ ve durgun sulara alışık tabiatından oraya yaklaşmak istemezmiş. Ancak çocuklardan saklanmak için şelalenin arkasına sığınırmış. Tıpkı büyük balıklardan kaçmak için su motorunun arkasına saklanan yavru balıklar gibi. Çocuklar şelaleden korkar oraya yaklaşmazmış.
Kırmızı Betacık suya atılan klordan çok rahatsızmış. Oksijen almak için daha sık yüzeye çıkması gerekirmiş. Havuzda insanlar varsa onlardan ürktüğünden yapamazmış bunu. Hiç doğal ortamında yaşamamış olduğundan su bitkilerinin eksikliğini hissetmezmiş. Nehir’in tabanındaki kumu aramazmış. Ancak insanların ayaklarıyla denizden getirdikleri taşlara, kumsaldan ayaklarıyla taşıdıkları kuma yabancı değilmiş. Sıkça ağaçların kurumuş yaprakları da düşermiş suya. Böyle huzursuz bir yaşam süren balık için en büyük tehlikelerden biri de su seviyesinin havuz yüksekliğinde olmasıymış. Çünkü betaların tabiatında zıplamak varmış. Su seviyesinin havuz yüksekliğinden daha az olması gerekirmiş ki zıpladığında suyun dışına çıkmasın. Daha önce birkaç kez zıplayıp suyun dışına düşmüş. Onu fark edip suya atmışlar da canını kurtarabilmiş. Gel zaman git zaman bir gece suya düşen küçük bir sineği yakalamak isterken zıplayıp suyun dışına çıkmış. O saatte kimsecikler olmadığından onu fark edip havuza bırakan bir Allahın kulu da yokmuş. Zavallıcığın bir iki çırpınıştan sonra kısacık hayatı sona ermiş.
İşte böyle bilgisayarcığım her masal mutlu sonla bitmiyor. Calvino’nun derlediği İtalyan masallarını hatırla: “Mutlu Adamın Gömleği”ni, adına rağmen mutlu sonla bitmeyen “Cennette Bir Gece”yi. Şimdi uyku zamanı. Yarın sabah görüşmek üzere benim bir tanecik bilgisayarım.