Lacivert gökyüzünün altında saatlerdir oturuyorum. Hazır bu kadar kalmışken gecenin sabaha bağlanmasına yakından tanık olayım istiyorum. Art arda yaktığım sigaraların acı tadı ağzımda, kalbimde derin bir his var; huzur ve acının karmaşası gibi… Tarif edemiyorum. Sanki yıllardır içimde kavga halindelermiş de az önce susmuşlar ve eşitlenmişler gibi…
Dolunayın ışığı gözlerimi acıtıyor. Cebimden çıkardığım, kenarları buruşuk defterime bir şeyler yazayım istiyorum. Kalemimi bulamıyorum. Cebimde yok. Ellerimle otların üzerini yokluyorum. Yuvarlanıp gitti belki de. Belki de gelirken düşürdüm. Kim bilir…
Yıldızlar ne kadar çok. Aya serenat yapıyorlar sanki. Yanıp yanıp sönüyorlar. Baktıkça çoğalıyor gibiler.
Uzaklardan sesler geliyor. İnsan sesi mi yoksa bir başka ses? Ayırt edemiyorum. Uğultular halinde duyulup duman gibi kayboluyorlar. Yaprakların hışırtısı yüreğimde bir şeylere dokunuyor. Hepsini kovalıyorum. Unutmak istediklerimi unutuyorum. Bu beni mutlu ediyor.
Havada asılı duran ılık his yüzümü usulca okşuyor. Gözlerimi kapatıyorum. Küçükken yaptığım gibi en mutlu olduğum anlara gidip uzaktan izliyorum kendimi. Kırmızı bir bayram elbisesiyle sonsuza kadar dönüyorum sevinçten. Sonra bir kep görüyorum elimde. Fırlattığım en yükseklerden gülümsüyor bana. Bebeğimi kucaklıyorum sonra, kokusu dünyadaki hiçbir kokuyla aynı değil.
“Sana ait olan gelir seni bulur” diyor bir bilge. Saçlarındaki tokalara takılıyor gözüm. Rengârenk yıldızlar doldurmuş tellerine. Hırkama daha sıkı bürünüyorum o an. Düşünüyorum da belki de ben onu bulmalıyım. Bana ait olanı, olanları…
Lacivert açılırken dokunacağım ilk güneş için sabırsızlanıyorum.