• Destek
  • Üye Ol
  • Yazar Girişi
  • Abone Ol
0 553 423 00 17 kibelekulturs@gmail.com
Kibele Kültür & Sanat Dergisi | Hayatı Doğuran Sanat  |  Hatice DÖKMEN
  • Hakkımızda
  • Kadromuz
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol
No Result
View All Result
  • Hakkımızda
  • Kadromuz
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol
No Result
View All Result
Kibele Kültür & Sanat Dergisi | Hayatı Doğuran Sanat  |  Hatice DÖKMEN
No Result
View All Result
Home Öykü

Gündüz Düşü / Senem Özkan

Senem Özkan by Senem Özkan
19 Ocak 2024
in Öykü
2
Gündüz Düşü / Senem Özkan
0
SHARES
12
VIEWS
Share on FacebookShare on Twitter

  

Anlatacağım bu hikaye belki de başımdan hiç geçmedi. Uyandığımı sandığım o cumartesi sabahı; uykuyla uyanıklık arasında gördüğüm bir düştü. Yine de biz buna yaşanmış olması muhtemel bir hikaye diyelim, çocukluğumun en unutulmaz hatırası olarak zihnimde yıllardır taşıdığım o günü ispata mahkum edip, gerçek olma ihtimaline zeval getirmeyelim. Birinci sınıfı bitirdiğim o sıcak cuma günü, okulun son ders zilinin çalmasıyla birlikte, sol ön ayağına katlanmış kağıt sıkıştırdığım eğri sıramdan bir ok gibi fırlamıştım. Okul kapısından bizim evin bahçe kapısına varana kadar nefes almaksızın koşmuş, annemin; bitlenmesinden korktuğu için bir numaraya vurdurduğu kabak kafamı, güneşin kavurucu sıcaklığına cömertçe teslim etmiştim.

        Birinci sınıfa başladığım günden bu yana geçen dokuz ay boyunca koşarak, yürüyerek, sekerek, perende atarak aştığım bu yoldaki tek eğlencem; kendimle yarışmaktı. Her gün bir önceki günden farklı bir dönüş biçimi seçer, evin bahçe kapısına varır varmaz, erik ağacının gölgesine oturmuş, elindeki çalı çırpıyla toprağı eşeleyen dedemin karşısında hiç kıpırdamadan dikilir ve okuldan eve kaç dakikada geldiğimi söylemesini beklerdim. Yüzüme; bir yabancının gözlerinde görülebilecek uzaklıkla bakar, kupkuru ve ince parmaklı elini ağır ağır göğsündeki köstekli saate götürür, dişsiz ağzının içinden, kendi kendine söylenirmiş gibi bir şeyler mırıldanır ve elindeki sopasıyla yere saati yazardı. Düzayak evimizin kendine hayrı olmayan ahşap kapısından içeri girer girmez çantamı bir köşeye fırlatır, kendimi de koca koca lale baskılarının olduğu pileli örtü ve sayısız yastıkla kaplı divanın üzerine boylu boyunca sererdim. Annem; okuldan dönüş saatlerimde ya temizlik ya yemek yapar olurdu. Ablam ise gelecekte bir gün eltisi, görümcesi, kaynanası olacak kadınlara hediye edeceği yemenilerin kenarlarını; kelebek, çiçek, tomurcuk motifleriyle bezemekle meşgul olurdu. Bu meşguliyet o kadar uzun sürerdi ki onu başka bir şey yaparken göremezdim. Akşam yemeği yiyeceğimiz saate kadar uzandığım divandan hiç kalkmadan, soyulup dökülen alçı izlerinin ve çatıdan sızan yağmur damlalarının tavanda oluşturduğu şekilleri seyretmek, onları bir şeylere benzetmek bu evdeki en büyük eğlencemdi. Papağan, tavşan, tabanca, bisiklet, futbol topu, yıldız… Benim hayal koleksiyonumun eşsiz parçalarıydı.

         İşte o sıcak haziran günü, okuldan eve geldiğimde istisnasız her gün yaşadıklarım tekerrür etti. Dedemin; saatine usulca bakıp, rakamları yere çizmesinden, okuldan eve on iki dakikada vardığımı hesapladım. Annem; evi saran kokudan anladığım kadarıyla soğan kavuruyordu. Yemek yaparken bir yandan da içerideki sedirde iş işleyen ablama, aşağı mahalledeki bir kadının, adını tam hatırlayamadığım oğlundan bahsetti. (Mutfaktan sedirli odaya sesini duyurabilmek için o kadar yüksek sesle konuşuyordu ki; aşağı mahalledeki bilmem kimin oğlu, kendisinden bahsedildiğini kesinlikle işitmiştir.) Bu gürültü yetmezmiş gibi bir de dedemin bahçedeki ağaçtan kopardığı ve dünyanın tüm şeftalilerinden daha güzel olduğu iddiasını her seferinde yineleyerek, büyük bir iştah ve sesle yediği şeftali şapırtısı eklenmişti. Ben; çocuk bedenimin tüm gücüyle, okul çantamı duvarın köşesine fırlattım ve kendimi divanın üstüne serdim. Evdekiler ne kadar gürültücüyse ben bir o kadar sessizdim. Kafamın kalabalıklığının aksine ağzım hep tenhaydı. Kelimeler, nadiren de olsa dilimin ucuna kadar gelir ama dışarıya çıkmak için en ufak bir heves göstermezlerdi.

İşte o sıcak haziran günü, okuldan eve dönüp, divana uzandıktan kısa bir süre sonra yorgunluğumun da etkisiyle uykuya yenik düşmüş olmalıyım. Ertesi sabahın erken saatlerinde sokaktan gelen çocuk seslerini duyana kadar da hiç uyanmadım. Camdan dışarı baktığımda tüm sokak bembeyaz karlar altındaydı. Büyük küçük, sokakta ne kadar çocuk varsa hepsi kartopu oynuyordu. Haziran ayında kar görmenin şaşkınlığını bastıran bir sevinçle sokağa fırladım. Bileklerime kadar gömüldüğüm yumuşacık karda çıplak ayaklarımla ağır ağır yürüyor, iki üç adımda bir ardımda bıraktığım izleri görmek için geriye bakıyordum. Sağımdan solumdan, hızla kar topları geçiyor ama bana isabet etmeden havada yok oluyorlardı. Mahallenin ortasındaki dev çınar ağacının yanına yaklaştığımda omuzumda bir acı hissederek irkildim. Kafamı sağa çevirmemle birlikte göz göze geldik. İşte oydu. Yıllardır tavandaki izlerde gördüğüm papağan omuzumdaydı. Hayatımda gördüğüm en güzel yeşil tonuydu kanatlarındaki. Kaçıp gitmesinden korktuğum için olduğum yerde hiç hareket etmeden, nefes bile almadan durdum. Çocukların seslerinin arasından tanıdık bir ses adımı çağırdığında benimle birlikte papağan da korktu ve çınar ağacının en tepesine doğru kaçarcasına uçtu. Ardında bıraktığı tek bir yeşil tüy havada süzülmeye başladı. Tüyü yakaladığım anda dedem elimden tutarak eve doğru çekiştirmeye başladı. O kadar hızlı yürüyorduk ki geçtiğimiz yerlerdeki karlar eriyordu. Kartopu oynayan mahalleli çocuklar çil yavrusu gibi dağılmış, nereye gittiklerini bilmeden sağa sola doğru kaçışıyorlardı. Sanki dünyada benim dışımda herkesin fark ettiği bir felaket olmuştu. Bahçemize vardığımızda dedemin, her okul çıkışında beni karşıladığı erik ağacının dibinde çöktüm kaldım. Dedem; inci gibi dişleriyle bana gülümsedi, kuru ellerini göğsüne doğru uzattı, köstekli saatini, yaz kış üzerinden eksik etmediği yeleğinin cebinden özenle çıkardı, avucumun içine bıraktı ve eve doğru ağır ağır yürümeye başladı. Tam eşikten geçip eve girmek üzereyken geri dönüp, her zamanki uzak bakışlarının aksine sevgi dolu ve nemli gözleriyle bana bakıp saati sordu. Kısacık bir an, elimdeki saate bakacak kadar kısa bir an gözlerimi ondan ayırdım ve saniyeler sonra kafamı kaldırdığımda eşikte yoktu. Bir elimde papağanın yeşil tüyü, diğer elimde dedemin saatiyle annemin çığlığını duyana kadar orada öylece saatlerce oturdum.

       Yedi yaşındaki kabak kafalı, sıska oğlan çocuğu; düş ve gerçek nerede başladı, nerede bitti, ikisi birbirine hangi andan sonra karıştı hiç bilemedi. Papağana benzettiği tavandaki şekli, o evde geçirdiği on bir yıl boyunca bir daha asla göremedi. O tuhaf haziran sabahından elinde kalan dünyanın en güzel yeşil tüyünü ve dedesinin emaneti köstekli saati, aradan geçen kırk yıl boyunca kimselere göstermeden sakladı.

Yazıyı nasıl buldunuz?

Oy için yıldıza tıkla!

Ortalama Oy / 5. Oy Sayısı

Oyu yok

We are sorry that this post was not useful for you!

Let us improve this post!

Tell us how we can improve this post?

Paylaşarak destek olabilirsiniz!
Previous Post

Gözyaşı Mezarı / İclal Doğan

Next Post

Manzara Paradoksu / Ece Taşkıran

Senem Özkan

Senem Özkan

1985 İstanbul doğumluyum. Lisansımı iktisat, yüksek lisansımı sağlık yönetimi alanında tamamladım. Ortaokul yıllarımdan bu yana kısa öykü ve şiir yazıyorum. Yazılarım; matbu dergi, e-dergi, derleme kitap ve fanzinlerde yayımlandı.

Next Post
Manzara Paradoksu / Ece Taşkıran

Manzara Paradoksu / Ece Taşkıran

Comments 2

  1. Ali Doğan says:
    2 yıl ago

    Tebrik ederim. Yine temiz bir metin. Keyifle okudum.

    Yanıtla
    • Senem Özkan says:
      2 yıl ago

      Teşekkür ederim🙏🏻

      Yanıtla

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

No Result
View All Result

Hakkımızda

Kibele Kültür Sanat Logo

Kibele Kültür Sanat

Merhaba sevgili okur.

Mitolojide Tanrıların anası olarak bilinen Tanrıça Kibele’nin anaç, üretken, hayatın devamını sağlayan özelliklerinin uğruna inandık. Ve onun adını kullanıp Kibele Sanat olarak edebiyatta biz de varız dedik. Edindiğimiz misyonla amacımız; bizden önceki kalem ustalarımızın bayrağını, gelecek kuşaklara ulaştırmak. Çünkü edebiyat dünya tarihini içinde barındıran devasa bir ansiklopedidir… Devamını Oku

Arşivler

  • Mayıs 2025
  • Nisan 2025
  • Mart 2025
  • Şubat 2025
  • Ocak 2025
  • Aralık 2024
  • Kasım 2024
  • Ekim 2024
  • Eylül 2024
  • Ağustos 2024
  • Temmuz 2024
  • Haziran 2024
  • Mayıs 2024
  • Nisan 2024
  • Mart 2024
  • Şubat 2024
  • Ocak 2024
  • Aralık 2023
  • Kasım 2023
  • Ekim 2023
  • Eylül 2023
  • Ağustos 2023
  • Temmuz 2023

Kibele Kültür Sanat Logo

Kategoriler

  • Anlatı
  • Araştırma
  • Deneme
  • Genel
  • Hakkımızda
  • İnceleme
  • Kitap İncelemeleri
  • Masal
  • Öykü
  • Roman
  • Şiir
  • Sinema
  • Sizden Gelenler
  • Söyleşi
  • Tiyatro
  • Yeni Çıkanlar

Son Yazılar

  • Elementor #21056
  • HAYATTA HİÇBİR ŞEY İÇİN GEÇ DEĞİLDİR
  • Zamanı Kim Koşturuyor? / Sevde Kapıcıoğlu
  • Kiraz Çiçekleri / Ağıt Destan
  • Rabbime Sms – Arveles / Ağıt Destan

Copyright © 2024 Kibele Kültür Sanat. Tüm Hakları Saklıdır.

No Result
View All Result
  • Hakkımızda
  • Kadromuz
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol

Copyright © 2024 Kibele Kültür Sanat. Tüm Hakları Saklıdır.