Beyaz, beyaz, beyaz…
Bir arkadaş edindim. Sarı bir örümcek. Arada bir öldürdüğüm haşeratı onun ağına takıyorum. O da beni terk edip gitmiyor, iyi anlaşma. Odam belli saatlerde demir sürgülerle kilitleniyor.
Oda dediysem; ortalama bir banyo büyüklüğünde bir hücre. Spot lambalar bir anlığına sönmüyor. Kameralar… Sürekli gözetim altındayım. İşte, bakın dans ediyorum sert erkekler! “Twerk” e ne dersiniz? Oryantal?
Televizyon, kitap veya müzik yok. Hücre hapsine mahkum edilen bir kişinin dediği gibi; “Anlaşılan geriye yapılacak tek bir şey kalıyor, delirmek.”
Her sabah saatin altısında demir kapılara vurarak “Kalk, kalk kalk! ” diye kahvaltıya uyandırıyorlar.
Çoğu kez kaldırılma şeklimden dolayı sinirli olurum.
‘Gün içerisinde odada kalmamak’ gibi yasakları ihlal ettiğimde elektroşok veriyorlar. Önceden belirlenmiş bir yasak listesi yok; elektroşok, o eylemin yasak olduğunu öğrenmeme yarıyor. Deney faresi gibi.. Hihih! Fare kocamandı. Yakalama kapanının içinde bir o yana bir bu yana fıtı fıtı yürüyordu. Kapanı elime aldım. İyice yaklaşıp hareketlerini inceledim. Parlak kırmızı gözlerine doğru eğildim. Onunla göz göze gelebilmek için çok uğraştım ama değdi. Korkuyu gördüm… Korkan bir fare değildi gördüğüm, fare bedenindeki korkuydu.
“Seni yiyeceğim.” diye fısıldadım kulağına.
Uzmanlara göre hücrede tutulan bir insanın psikolojisinin geri dönüşü olmayacak şekilde bozulması için sadece iki hafta yetiyordu.
“HEY!”
Aniden sıçradı hayvan ve kafasını hızlıca tavana çarptı. Onun acısıyla birkaç kez daha çarptı oraya buraya. İğneler çok ağır. Hemen hemen bütün günüm koridorda geçiyor. Ya sandalyede oturuyor ya sigara içiyor ya da beton zeminde yatıyorum. Oda yasağını akşamüstü kaldırıyorlar.
Bakıcıların tokat atmasına, saldırgan davranışlarına defalarca tanık oldum…
O kadar uyuşuğum ki darbeleri hissetmiyorum bile. Duygusuzum, tepkisizim, ağlayamıyorum. İğneler… Tanrım!
Sinir sistemi çökmüş, hayattan soğumuş, insanlardan nefret etmiş biriydim sadece. Çırılçıplak yalnızım… Hiç kimsenin burada olduğumdan haberi yok.
“Koyduğumun delisi!”
En üstün akıl kendilerininkiymiş gibi sistemin yok edilesi şahsiyetlerinin sırf bir şeyleri onlardan farklı yapıyorsunuz diye sizi tıktıkları, birde utanmadan sizi rehabilite ettiklerini iddia ettikleri, etrafı kapalı ve giriş çıkışın onların kontrolünde olduğu lanet bir yer burası. Her türlü farklılık delilik maskesiyle örtülür. Onlar daima haklıdır ve en akıllıdır…
Fare birkaç dakikadır hareketsiz. Belki de çok şey incitmişti onu. Zincirleme incinmişti…
Çektiği acılar yüzünden bu hale gelmişti. Kendine ait bir hikayesi vardı. Aklını en son nerede bıraktıysa oradan devam ediyordu. O anda kalmıştı. O anı düşünüyordu…
Hiç kimsenin bir halt bildiği yok! Bu yüzden hipotezler var. Psikiyatri genel olarak hipotezler üzerinden hareket eder. Yanlış biliyorsam lütfen düzeltmeme yardımcı olun, ilk intiba hipotezine göre- ki bunu ben uydurdum- bir ilaç denenmesi gerekiyorsa, önce onu deniyordunuz. Tutmazsa başka bir hipoteze geçiliyordu. Bu böyle devam edip gidiyordu. Bir süre sonra hipotezlerden hoşlanmaya başlıyordunuz. Bir türlü iyileşemeyen, sürekli farklı hipotezlere maruz kalan kimseler…
Yemeklerde çatal bıçak yok, çayın şekerini atıp karıştırıp masaya bırakıyorlar, sizi en son içeri alıyorlar. Miden bulanmadan yemek yemek mümkün değil. Nadiren personel masanın yanlış tarafındadır. Onda da gözleri üzerinizdedir. Ters bir harekette ; ŞOK! Sabah yedide bahçeye çıkarırlar. Her seferinde bankta oturup sonsuz gökyüzüne bakıp havayı içime çekerim. Ne istediğimi biliyorum, deli değilim. Fare tekrar kapanı yokladı. Çıkış yok! Olduğu yere tünedi.
Kasım ayının sonları ve çok soğuk.
O kadar soğuk ki, duman molamda beni izlemekten sorumlu kişi üzerine daha sıkı bir kıyafet almak için içeri gitti. Kilitli kapılar, gece görüşlü kamera sistemi ve avlunun tamamen çevrili olması onun açık vermesine olanak sağlamıştı.
Arka giriş kapısına kadar koştum. Kapıyı zorladım. İnanamadım, kapı hareket etti. Tahminimce onu kullanan son kişi sıkıca çarpmamıştı, bu yüzden de kilit devreye girmemişti.
DIŞARI ÇIKTIM!
Ne olacağını görmek için kapının ardında bir dakika bekledim. Hiçbir şey olmadı. Cadde sonuna kadar yürümeye karar verdim. Birkaç metre yürüdüm ve tekrar bekledim. Yine kimse gelmedi. Sorumlunun hızla yaklaştığını görmek için habire arkamı dönüyordum. Otorite figürlerinin içime bıraktığı gardiyanlardı buna sebep. Sonunda yakalanana kadar, uzun zamandır hissetmediğim bir duygu yoğunluğu ile yürümeyi sürdürdüm.
Hafif miydi bedenim ruhuma?
Beni yakalayıp geri getirdiklerinde içimde bir şey devreye girmişti… Artık işleri onlar için kolaylaştırmayacaktım. Ayaklarımı kapı çerçevesine dayadım, içeri girmemeye kararlıydım.
Oldukça hızlı bir şekilde alt edildim ve içeri sürüklendim. Sorumlu beni elektroşokla alaşağı edip dizini kullanarak kafamı zemine sıkıştırana dek savaşmaya devam ettim. İğne etkisini gösterene kadar çığlık attım. Mimlenmiştim. Tuvalete mi gidiyorsun? Kapıyı açık bırak!
Akşam yemeği vakti? Bilin bakalım masada yanımda oturan kim: Bakıcı.
“Nereye gittiğini sanıyorsun! “
“Biraz hava almak için dışarı çıkıyorum”
“Gidemezsin, şimdi odana geri dön ve olay çıkarma, tamam mı?”
“Bana eşlik edersin, sonra geri döneriz, olur mu? Kaçmayacağım, söz veriyorum. “
“Bunu asla yapamam! İşleri zorlaştırma…”
Fare aniden hareketlendi. Öncekilerden daha hırçın ve istekli bir çabayla. Gene olmadı…
Bir noktada şansımı zorlamam, onu itmeye çalışmam gerektiğini düşündüm. Ne büyük bir hata! Beni yakaladığı gibi duvara çarptı. Bir kez daha çabucak bastırıldım. Bu harika hamle ile başardığım tek şey alnımdaki darp izi oldu. Bir keresinde kahvaltı arabasını iten görevlinin arkasından kaçmaya çalıştım. Şok cihazını anında enseme yedim. Hapsolduğum için huysuz ve kızgındım.
Er geç anlamıştım, eyleme geçmek beni buradan çıkarmayacaktı. Bir tür kafes formunda ve kapaklı olanlarında fareyi canlı olarak ele geçirebiliyorsunuz, fare kafesin içine girip yemi çektiği anda düzeneğin kapağı kapanıyor. Ondan sonrası ise tamamen kişisel fantezilerinize göre değişir. İsterseniz kafesi açarak fareyi serbest bırakabilir veya üstünde bütün sadist
duygularınızı boşaltabilirsiniz…
Bir akşam beni apar topar ‘sessiz oda’ ya aldılar. En fazla dört metrekarelik, karanlık, tabut kadar bir yer. O güne dek çektiğim işkenceleri, iğrenç kokan yemekleri, delirten aydınlığı ve
örümceği özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Dış dünya ile tek bağlantım, cebimde biriktirdiğim, bakıcıların tuvalet kağıdı olarak verdikleri, okuya okuya ezberlediğim gazete parçalarıydı. Yapmaya çalıştığım beynimi öldürmemeye çalışmak. Hayatta kalmak!
“Havalandırma ve yemek yok, bulduğun böcekleri ye, tuvaletini hücrene yapmak zorundasın. Çok susarsan idrarını içersin!”
Böbrekler kanı süzüyor ve fazla sıvı, tuz, mineraller ve birtakım bakteriler idrarla dışarı atılıyordu. İlk başta tadı berbat geldi. Azar azar içmeye devam ettim. Zamanla enfeksiyonlarım arttı. Eğer bir örümcek değilseniz, gerekmedikçe güve yemeyin, tavsiye etmem.
Bir kez dışkımı yemeye yeltendim, başaramadım. Adeta iskelete döndüm. Açlıktan ve hastalıktan öleceğimi düşündüler.
Üç gün sonra içinde fare olan bir kapan koydular içeri. Kapağını açtım, fareyi kafası dışarıda kalacak şekilde sıkıca kavradım. Ciyaklayarak parmağımı ısırdı. Kanlı avuçlarımın arasında burnumun ucuna doğru kaldırdım hayvanı.
Paniklemişti. Hızlı nefes alıp veriyordu. Uzun uzun gözlerime baktı ve sakinleşti. Bıyıklarını oynattı.
“Özgürsün!”
******
Bir hafta sonra görevliler ‘sessiz oda’ ya girip kulağı, burnu, parmakları ve dudakları yenmiş cansız bir beden çıkardılar dışarı…
Ali Doğan Kimdir ?
Adı: Ali
Soyadı : Doğan
Özgeçmiş:
15.06.1986 İzmir doğumlu.
Adnan Menderes Üniversitesi Eğitim Fakültesi mezunu.
Sınıf öğretmenliği yapmakta.
On yılı aşkın süredir şiir ve öyküler yazıyor. Evli, bir çocuk babası.