Her anne baba, binbir zahmetle evlatlarını büyütür, yetiştirir hayata hazırlar ve zarar gelebilecek herkesten, her şeyden canla başla korur, kollar. Öyle değil mi?
Belki de dünyada en zor görevdir anne ve baba olmak. Evladını sevgiyle büyütmek, gelecekleri için, eğitimleri için çırpınmak, onların hayata karşı dik durmasını sağlamak, onlara iyi model olmak, dürüstlüğü öğretmek, hayatı sevdirmek, inanç duygusunu aşılamak… gibi birçok görevi her anne baba gönüllü sırtlanır. Bu zor görevleri yerine getirmek, hiç de kolay değildir.
Anne babanın omuzlarına binen dağ gibi yük her gün gitgide büyür. Evlatlarına hep en iyiyi en güzeli düşünmek bile anne ve babaları, ruhen ve bedenen yorar.
Hele eski devirlerde bu daha da zordu. Açlık, yokluk ve çaresizlik sebebiyle iki veya daha fazla kardeş, çocuklarıyla aynı evi paylaşıyorlardı. Çocuk sayısı da şimdiki gibi değildi. Çünkü her şey için, insan gücüne ihtiyaç vardı. Bu kadar makine yoktu. Tarlada çalışmak, ahıra girmek, suyu ısıtıp çamaşırı yıkamak, ekmek-yemek yapmak ve evin düzenini sürdürmek gibi görevler için de insana ihtiyaç vardı.
Evladı çok olan genelde daha zengin görülüyordu. Çünkü işlerini yapacak adamı vardı, kimseye de ihtiyacı yoktu. Herkes gücü doğrultusunda aile içinde üstüne düşeni yapacaktı. Ne kadar zor olsa da anne babalar, evlatları için her şeyi yapmaya hazırlardı. Ya evlatlar hele şimdiki evlatlar, anneye babaya karşı görevlerini bilip gereğini yapıyorlar mı acaba? Söz dinlemek, anneye babaya itaat etmek, şimdiki dönemde yok gibi…
Her evlat, anne, babasını sever ve de onların ölmesini de istemez tabii ki de… Çünkü her evlat, anne ve babasıyla kendini daha güçlü hisseder, onları andıkça da mutlu olur.
Şimdiki evlatlar, anne ve babalarına karşı çok rahatlar bazı istisnalar hariç tabii ki… Evlatlar şunu ister: “Onlar hep genç kalsın, kendilerine yetsin, yük olmasınlar.” Anne ve babalar kendi evlerinde huzurla yaşasınlar isterler. Hatta bazı evlatlar, anne baba köyde yaşıyorlarsa isterler ki köyden düzenli yumurta, süt, yoğurt, mevsimine göre de sebze meyve bolca gelsin. Arada torunlara da harçlık versinler. Yıllarca bu sefayı sürenleri de görüyoruz hepimiz…
Her anne baba da kendi evinde yaşamak ister ama yaşlılık, kendine yetememek, unutkanlığın ve bazı kronik hastalıkların artması, yaşlıları zora sokar. Hayat, onlara çok zorlaşır.
Hepimiz çevremizde ve aile büyüklerimizde çok şeye şahit olduk. Bazen gördüğümüz o kötü manzaralar bizi çok üzer. “Bu nasıl yapılır, bu nasıl bir vicdan?” dercesine huzursuz oluruz. Sizce de öyle değil mi? Yaşlanan, hastalanan, bakıma ihtiyaç duyan ve çaresiz kalan anne babalara karşı her evlat üstüne düşeni yapıyor mu? Evlatlık görevini yapmayanlar: “Yoksa o, kendini idare eder,
başının çaresine bakar ya da haftada bir telefon açıp gönlünü alırım.” diye düşünerek bütün görevlerini yapmış gibi vicdanını mı rahatlatıyor?
Yaşlanmak da büyük bir nimettir aslında ve bu yazgımızı da bizleri dünyaya getiren yüce Allah belirler. Hiç kimse saniyeyi bile değiştiremez. Bize düşense bize biçilen ömrü sağlıklı, onurlu, gururlu, vatana millete hayırlı, aile fertlerimize karşı sabırlı yaşamaktır. Aslında her birey, çevresine duyarlı olup üstüne düşeni yaparsa sorun da yoktur. Ama bencil olup sırf kendini ya da kendi çekirdek ailesini düşünüp anne babasına vurdumduymaz, onları bir fazlalık gören, arayıp sormayan evlat nasıl bir vicdan taşıyor ki acaba? Tekrar tekrar sormak lazım!
Atalarımız boşuna dememiş: “Bir anne baba dokuz çocuğa bakar ama dokuz çocuk, bir anneye babaya bakmaz.” Ben çevremi hep dikkatlice gözler ve kayda değer gördüklerimi de ara ara yazarım. Mesleğim icabı hastanede hemşire olarak çalışırken çok farklı aile tablolarını bizzat gördüm ve o hiç istemediğim konuşmalara şahit oldum. Sizlerle birkaçını paylaşmak isterim ki herkes kendini bir sorgulasın, üstüne düşeni de yapsın diye…
**Anne doksan üstü yaşlarında sanırım, bedenen var ama ruhen yok gibiydi… Üç kız, iki de erkek evladı vardı. Bu evlatlardan milletvekilliği yapmış, vali, öğretmen gibi meslek sahibi evlatları ve torunları da vardı. Ben her hastamı takip ederdim, duruma göre de elimden geleni yapardım. Servise gelen gideni de gözlerdim. Ben bu evlatları, 24 saatlik nöbetlerimde bile hiç görmedim. Para ile tutul-muş bir bakıcı vardı ve o bakıcı da ha bire aşağı inip sigara içme derdinde idi. Böyle hastalara oldu olası hep üzülürdüm. Varlığın içinde yokluğu yaşamak buydu herhâlde. Sanki herkes bir an önce o annenin ölümünü bekliyordu hissine varırdım.
**Çok sevdiğim bir ablam, seksen yaşına dayanmış babasına bakıyordu. Dört kardeşlerdi ama sırayla iki kardeş bakıyorlardı. İki kardeş de seyirci gibi gözlüyordu. Baba hareketsiz yatmaktan kasları tembelleşmişti, daima yataktaydı. WC’ye bile abla, eşiyle beraber götürüp getiriyordu. Erkek evladı haftada bir, babayı ziyaret ediyor, tıraşına ve banyosuna yardım ediyor ama giderken baba, oğluna bu emeğin karşılığı parasını veriyordu. Bu evlat da vicdanı rahat; eşini, evinin düzenini düşünüyordu sanırım. Ücretle yapılan bir görevle işim bitti diye düşünmek nasıl bir düşünce yapısıdır?
Ablanın babaya baktığı dönem, karı koca eve hapis gibilerdi. Haftada bir mahallenin pazarına çıksalar bile koşuştura koşuştura evlerine geliyorlardı. Yaşlı adam ne olur olmaz deyip dedeyi hep düşünüyorlardı. Yemeğini ver, haftada bir banyosunu yaptır, üstünü giydir. İnsan böyle kolay bir görevden niçin kaçar ki… Ama senin bütün planlarında baban var ve hem de başrolde başka da çaren yok zaten. Gezmek, yürüyüşe gitmek, kendine göre plan yapmak imkânsızdı. Zaten dede evde kendisinin tek bırakılmasını istemiyor, üstelik kızını ve damadını da hep bir arada görmek istiyordu. Herhâlde kendini böyle daha güvende görüyordu.
**Yine yakın bir arkadaşım, yalnız kalan babasını yanına almış bakıyordu. Beş kardeşin işine de bu durum iyi geliyordu. Arka-daşım evden çıkamıyordu. Bütün planlarını babasına göre yapıyordu. Aylarca bu durum böyle sürdü, diğer kardeşler arada gelip babayı ziyaret ediyor, çayını içiyor ve evlerine dönüyorlardı. Kimse senin de dinlenmeye, eşinle beraber gezmeye ihtiyacın var mı diye sormuyordu. Herkes evinde musmutlu idi.
Bir gün arkadaşımın canına onların rahatlığı ve bencilliği tak etmiş ki ablasına telefon açmış: “Bu baba tek benim babam değil öyle olsaydı tek görev benimdi, bu kutsal görevimi de yerine getirirken böyle üzülmez, kendimi yıpratmazdım. Baba ata candır, baş tacıdır ama ben eve hapsolurken eşimle sorun yaşarken sizler ne beni ne de babamı umursadınız bu nasıl bir vicdan, biraz empati yapın lütfen.” dedi.
Ablası da “Tamam sen yoruldun bana gönder babamı ben bakarım ama bir şartım var, maaşını da ben alırım.” dedi. Arkadaşım düşündü dokuz aydır babasına bakıyor ama babasının maaşını diğer kardeşi alıyordu. Bunu hiç dile getirmemişti. Kardeşi de o parayı gönül rahatlığıyla yiyordu. Arkadaşım emeğine ve hiçe sayıldığına bir daha üzülüyor ve kardeşlik böyle olur mu deyip dizlerine vuruyor, Allah’a havale ediyordu. Para için kardeşle tartışmayı kendine yakıştırmıyordu. Zaten iyiler bu dünyada hem maddi hem de manevi hep zararda değil mi?
**Yine akıl sağlığını yitirmiş annesine bakan bir arkadaşım, kardeşlerinin bencilliğinden şikâyet ediyor ve eve hapsolmanın zorluklarını anlatıyordu. Eşi ile bu yüzden sorun yaşadığını, aile içinde huzur kalmadığını söylüyordu. Eşi bazen çocuklarına gidiyor ve bu kaçışlar geçen zamanla artıyordu. Evdeki bu durum yuvasının düzenini bozuyor, ilgisiz, duyarsız kardeşlerine bunu anlatsa da kimse umursamıyordu.
**Bir arkadaşım birden emekli olmuştu. Şaşırmıştım bu habere. Telefonu açtım hayırlı olsun, ne oldu birden emekli oldun, bir sorun mu var? abim dedim. Arkadaşım: “Annem çok yaşlandı kardeşlerim ilgisiz, eşim de bakamam dedi, ben de kimseyle tartışmadan emekli olmaya karar verdim.
Annemin yanına memlekete geldim. Annemin evi sobalı, bana bu durum zor gelince doğalgazlı küçük bir ev buldum taşındım. Şimdilik annemle beraber yaşıyorum. Onlar bize çok zor şartlarda baktılar. Ben de çözümü böyle buldum.” dedi.
Arkadaşımın bu asil davranışı çok hoşuma gitti. Zaten arkadaşım her şeyi ince düşünen zarif, yufka yürekli bir kişiydi. Ama garibim kendi düzenini bozmuş, yüküne yük eklemişti. Eee dedim cennet kolay değil, yük yüklenmesen ödül de olmaz. İyi niyet, fedakârlık, emek ve zahmetin karşılığı büyüktür. Ataya maddi manevi verici olmak ibadettir. Öyle değil mi? Çok şükür ki böyle güzel örnekler de var çevremizde.
Böyle birçok değişik örnek var çevremizde ne yazık ki… Aslında durumu zorlaştıran, bencillik ve ilgisizlik.
Yaşlanmak suç değil ki… Onları mutlu etmek ve ömürlerine huzur katmak her evladın görevidir. Bu görevi yapan evlatlara ne mutlu.
Sırayla bakıldı mı zor olan kolaylaşır, nefse ağır gelmez. Anne babaya hizmet, bütün evlatların dinî sorumluluğudur, buna göre hareket etmeliyiz…
Yaşlıya, hastaya bakım kolay değil. Bedenen, ruhen emek ve sabır ister, bunu herkes bilir ama insan olmak da kolay değil. Sorumluluğu ve değişik görevleri vardır.
Kısacası insanoğlu şartları doğrultusunda üstüne düşen görevi iyi bilmeli ve erinmeden, bencil davranmadan layıkıyla maddi manevi yapmalı, atasına sahip çıkmalı derim…
Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de bu konuları mealen okumuştum. Bazı bölümleri sizlerle paylaşmak isterim.
“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa kendilerine “of!” bile deme, onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.”
(İsra, 17/23)
“Biz, insana anne babasına (bakmasını) emrettik. Annesi, (hamileliği sırasında) onu güçlüklerle (karnında) taşıdı. Onun sütten kesilmesi, iki sene içindedir. (İnsana şöyle dedik:) “(Bunlar) Bana şükredesin, anne ve babana da teşekkür edesin diyedir. Dönüş, Banadır. (Eğer o ikisi, senin bilmediğin bir konuda Bana ortak koşman için uğraşırlarsa onlara itaat etme. Dünyada onlara güzelce davran. Bana gönülden yönelenin yolunu tut. Sonra dönüşünüz Banadır. Ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim.)” Yani ana babana İslâm´a aykırı emirlerinde itaat etme. Onlara dünyada ma’ruf şekilde dostluk göster.”
(Lokmân, 14/15)