Selime annesiyle odaya girdiğinde babası ve babaannesi camın önündeki divanda oturmuşlardı. Onları görünce yaşlı kadının yüzü asıldı. Sırtını dikleştirip tepsideki kokusu odayı saran kahveye uzandı. Oğlu karısıyla kızına,“Şöyle geçin isterseniz,” deyince anne kız sedire iliştiler.
Şunları karşımda oturtmuyor mu? Hadsizler. Karısı bir erkek evlat verememiş oğluma. Kızı da okumuş diye aklınca karşı çıkacak kararlarıma. Sevdiği varmış. Varmış değil mi? Öyle çalındı kulağıma ya. Ben kendim kavuşamamışım Zülfü’me de şu sidikliyi mi kaptıracağım ona. Bir de adımı vermediler mi buna? Benim yerime geçip Zülfümle kırıştıracak aklınca.
“Ne zamandır fikir soruluyor bunlara Muzaffer? Çağırmışın sanki dinlenecekler gibi.”
“Devir değişiyor ana. Yanlışı sürdürmenin bir anlamı var mı?”
“Neymiş yanlış olan. Babanla biz de öyle evlendik. Büyükler münasip görür, gençler kabul eder. Al bununla seni de öyle evlendirdik,” derken Mihriban’ı işaret etti.“Fena mı?”
“Bizim için iyi de senin için nasıl onu sen söyleyeceksin ana.”
“Keşke senidinleseydik de fırıncının kızıyla evlendirseydik oğlum. Evladın olurdu.”
“Dört tane evladım var ya ana.”
“Erkekler mi? Seni, kardeşlerini doğurmasaydım beni tutarlar mıydı bu kapıda. Seninkileri yıllardır besliyoruz.”
Muzaffer karısıyla göz göze geldi. Aldırış etme, der gibi gözlerini kapadı. İlk zamanlarda o da çevresinin çok gazına gelmiş Mihriban’a az eziyet etmemişti. Hem sevdiği değildi hem de erkek evlat doğuramamıştı. Ama küçük kızının doğumunda az kalsın kaybediyordu karısını. O gün Mihriban’a bir şey olacak diye çok korkmuştu. Doğumdan sonra kurtulan karısı için kurbanlar kestirmiş, yemekler verdirmişti. Sonraları çok düşünmüştü bunu. Mihriban’a olan alışkanlığı zamanla sevgiye dönüşmüştü. Karısı yeniden hamile kalmak isteyince kendi karşı çıktı. “Yok,” dedi, “sana bi’şey olursa kendimi affetmem.”
“Selime muhtarın Zahit’e varmak istemiyor,” dedi Mihriban.
“Senle konuşmuyorum ben. Oğlumla arama girme gelin.”
Ayy bunda da bir havalar bir şeyler. Oh, iyi yaptım yüzüne vurmakla erkek evladı olmadığını. Ama hep Muzaffer’im çıkarıyor bunları tepesine. Ben bildiğimi okuyacağım ya konuşsun bakalım.
“Tamam, yine konuşma benle. Sen de anasın. Ben nasıl göz göre göre kızımı vereyim o ipsiz sapsız hovarda adama.”
“Babası muhtar be. Varlıkları belli değil. İpsiz sapsız olsun. Babası ölüp gidince kime kalacak o varlık. Adammış. Kırk yaşında daha.”
“Ben çok ezildim. Kızımı ezdirmem el kapılarında.”
“Ne ezmişiz biz seni. Muzaffer seni ne olduysa el üstünde tuttu. Oğlumu büyüyle mi bağladın kendine nedir.”
Zülfü’mü de hacılarla hocalarla soğutmadılar mı benden? Bu yapmış olmasın. “Senden başkasını koynuma almamam Selimem,” diyen adam gitti. Yerine, “Boşuna bana haber yollamasın sözüm başkasıyla kesilecek,” diyen adam geldi. Gençliğim güzelliğim vardı da Süleyman gönül düşürdü. Erkek evlat verince de önüme serdi her şeyleri. Nasıl memnundu karılığımdan.
“Ana ben kızımı Zahit’e vermem dedim. Selime’den de duy diye geldik.”
“Zülfü kim? Çıkın odadan beni daha kızdırmayın.”
“Zülfü demedi ki. Zahit dedi.”
“Zahit kim ya?”
“Ah Muzaffer bak aklı karışıyor diyorum sana. Halen laf anlatmaya çalışıyorsun. Gel kabul et, bir doktor görsün.”
“Sen çıkardın bunları tepemize. Bana değil, size lazım doktor. Görücüye gelsinler diye haberi yolladım.”
Hiç sesi çıkmayan kız en sonunda, “Babaanne ben evlenemem,” dedi.
“Kız yoksa başımıza olmayacak işler mi açtın?”
“Bu kadarı fazla ana,” diye araya girdi oğlu. “Ne demek istiyorsun benim kızıma?”
“Ne bileyim güvenmiyorum ben buna. Anasına da güvenmiyorum ya yalan yok.”
Mihriban kendini tutamadı. “Bizi düşürdüğün hallere bak Muzaffer. Anan anladık. Sülalenin en büyüğü onu da anladık ama kendimizi sana anlatamadık. Beraber konuşsak da değişmeyecek bir şey dedim. Al bak kızın namusuna kadar dil uzatıyor. Babaannesi bunu yaparsa millet neler neler konuşur.”
Kayınvalidesine döndü. “Burs kazandı Selime. Yurt dışına gidecek,” dedi. Kızına kalkalım diye işaret etti. Kapıdan çıkacakken kayınvalidesi, “Durun,” dedi. “Selime al şu boş fincanları mutfağa bırak.” Torunu eğilince su bardağını ittirdi.
“N’aptın babaanne. Üzerim ıslandı.”
“Daha bir tepsiyi alamıyorsun. Ben ne yapmışım.”
Ohh! Zülfümün sevdiği rengi giymiş haspam. Aklınca beğendirecek kendini. Buluşmaya da gidemez böyle. Ama bu işe çomak sokacak başka bir şeyler lazım. Dur bakalım.
Muzaffer, “Ne deyim sana ana. Kime ne dediysen düzelt. Selime istemediği biriyle evlenmeyecek,” dedi. “Sakın kimse kapımızı da çalmasın,” diye tembihledi.
Bu kız kesin Zülfüm’le kaçacak. Oyun yapıyorlar bana. Okulmuş, bursmuş. Torun değil şeytan. Gençliğine güveniyor tabii. Ben kaçın kurasıyım be. Zülfü’me senden başkasıyla evlenemem diye demiyor muydum? Kendi itiraf etti işte. Süleyman’ı ilk olduğuna inandırmış insanım. Bunların işini bozacağım elbet. Düşün Selime düşün.
Nilüfer ÇEKEN ÖZBAY