Dünya edebiyatına etkisi tartışılmaz olan Eliot’un Çorak Ülke eseri hakkında inceleme yapmanın zor bir problem olduğunun farkındayım. En azından şunu biliyoruz; edebiyatla edebiyat incelemesi arasındaki ilişkilerin bazı sorunların vardır. Rene Wellek ve Austin Warren’in Edebiyat Teorisi adlı ünlü eserlerinde belirttikleri gibi, edebiyat ile edebiyat incelemesi iki farklı faaliyettir. Edebiyat bir yaratmadır, sanattır; edebiyat incelemesi ise tam olarak fen bilimlerine benzer bir bilim değilse bile, bir bilgi edinme şekli veya bir çeşit öğrenmedir, kavramadır. Bu yazıdaki muradım böyle önemli bir eseri öğrenmeye çalışmak ve‘’kavrayış limanı’’na götürebilmektir. En azından bunu hayal ediyorum.
Hayallerimize sınır koyarsak bizden geriye ne kalır ki?
Çorak Ülke şiiri 1922 yılında Britanya’da The Criterion adlı dergide 434 dize olarak yaynlandı. Şiir, şiirden çok bir tür şiirsel fragmandan oluşur. Eliot, Hasan Aksakal’ın belirttiği üzere, Mary Shelley’in Frankenstein’in Canavarı çarpıcılığında büyük bir eser yazmayı hedefliyordu.(1)
Klaros yayınlarında çıkan Çorak Ülke kitabı için detaylı bir analiz yapan Prof.Dr.Hayriye Erbaş da yazısının başlığını ‘’Sınırları Aşan,Uygarlıkları Buluşturan İdeolojiler Üstü Bir Şiir Destanı;Çorak Ülke,koymuş.(2)
Kapitalizmin insanı robotlaştırdığı, ruhu bedenden soyutladığı ve Fikret Başkaya’nın deyimiyle bu ‘’kadavra medeniyeti’’inde Eliot’u anlamak bir zaruret değilse de büyük bir eksiklik geliyor bana.
Beş bölümden oluşan eser, I.Dünya Savaşı’nın insan ırkı üzerinde yol açtığı sarsıntı, çöküş, hayal kırıklığı ve ölüm konularını işler.1948 Nobel Edebiyat Ödülü alan Çorak Ülke, Eliot’un başyapıtı olarak değerlendirilir. Eliot’un bu eseri yazmadaki rüknün 1929 Dünya Ekonomik Buhranı ve ardından gelen II.Dünya Savaşı olduğu yönünde eleştirmenler tarafından ortak bir konsensüs olduğunu belirtelim.
Bu eserin büyük etkisini anlamak için öncelikle Eliot’un kendine özgü bir ‘’edebiyat kuramı’’ oluşturduğunu söylemek durumundayız. Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri adlı yapıtında Eliot’un 1930’larda başlayıp1950’lere kadar etkisini sürdüren Yeni Eleştiri (New Criticism) kuramının asli kurucusu olduğunu öne sürer. Moran, Yeni Eleştiri kuramının üzerine oturduğu temel paradigmayı; edebiyatı ahlaksal ve toplumsal sorunlardan soyutlayan ve değerini, okurda uyandırdığı zengin ve ahenkli bir yol olarak betimler. Yeni Eleştiri, metnin kendisine eğilir ve onu bir sanat eseri olarak incelemek ve yorumlamaktan yanadır. Şiiri şiir olarak okumak gerektiğini öne süren T.S.Eliot metne eğilen eleştiri yöntemiyle Yeni Eleştiri’nin hazırlayıcılarından olmuştur. Eliot’un şiir konusundaki derinliği, önceden dikkat çekmeyen ve bu nedenle yazdıklarıyla sınırlı tutulan değerlendirmeleri, özellikle şimdilerde Fransız, İngiliz ve Amerikan şairleri üzerine verdiği derslerin nasıl bir temelde gerçekleştirildiğine ilişkin materyallerin açığa çıkmasıyla daha da iyi anlaşılmaktadır. Çorak Ülke’nin yeni bir şiir anlayışının ve sanat ve sanatçıya ilişkin düşüncelerinin somutlaştığı bir eser örneği olarak yayınlanması, Eliot’u kısa zamanda dünya ölçeğinde tanınır kılmıştır. Bu nedenle de şiirin anlaşılabilmesi için Elliot’un dünya bakışı, sanata ve sanatçıya özellikle şiire bakışını doğru kavramak gerekiyor. (3)
Eliot yalnızca iyi bir şair değil, aynı zamanda 20. yüzyıldaki en önemli edebiyat eleştirmenlerinden birisidir. Özellikle, ilk dönemdeki eleştirel yazılarının geçen yüzyılın ortalarındaki etkisi hakkında ne söylense azdır. Leavis, 1932’deki İngiliz Şiirinde Yeni Yönelimler; Mevcut Duruma Yönelik Bir Çalışma adlı eserinde Elliot’un mükemmel bir modern şair olduğunu ilan eder. Leavis’in bakış açısı ve kullandığı dil Eliot’un eleştirel yazılarında bariz bir şekilde etkilenmiştir. Eliot, Kutsal Korun‘un 1928’deki ikinci baskısına önsöz yazdığı sıralarda Çorak Ülke’yi çoktan bitirmiş ve bir şair ve eleştirmen olarak kendisini kabul etmiş bir figürdü. (4)
1919’da yayımlanan ve Kutsal Koru’da tekrar basılan Gelenek ve Bireysel Yetenek, Eliot’un en fazla bilinen denemesi olmanın yanı sıra 20. yüzyılda şiir sanatı hakkında yazılmış en meşhur denemedir. Gelenek ve Bireysel Yetenek ilk olarak The Egotist‘te iki sayı halinde tefrika edilmiştir. Gelenek ve Bireysel Yetenek’te Eliot, yazarın bir geleneğe ihtiyaç duyduğu fikrini öne sürer. Eliot bu geleneğin doğru bir gelenek olmasının önemini savunur, ancak doğru geleneğin tanımını yapmaya yanaşmaz. Eliot eserde yer yer tüm sanatlara ya da edebiyatın tamamına hitap etse de odak noktası şiir ve (münferit) şairin ölü şairlerle olan ilişkisidir.(5)
Eliot’un Gelenek ve Bireysel Yetenek’i yazarken etkisi altında kaldığı belirtilen çok sayılı isimden birisi de Paris’te bir öğrenciyken derslerine katıldığı filozof Henri Bergson’dur. Bergson’a göre geçmiş ne tamamlanmış ne de olup bitmiştir; geçmiş hem şimdiki şimdi tarafından diriltilir hem de şimdiyi diriltir. Keza ‘’Gelenek ve Bireysel Yetenek’’te yazar tarih şuuruna ermiş ve şunu fark etmiştir; geçmişin geçmişliği şimdiki zamanda varlığını sürdürür. Yazar Homeros’tan bu yana Avrupa Edebiyatı’nın gerekse kendi ülkesinin edebiyatının eş zamanlı bir varoluş sahibi olduğunu ve eş zamanlı bir düzen meydana getirdiğini hissetmektedir. Geçmişle şimdiki arasında insanın iliklerine işleyen bu eş zamanlı ilişki insanı yazmaya zorlar ve bu ilişki sayesinde yazar çok yoğun bir biçimde kendi çağdaşlığının bilincine varır.(6)
Eliot kendi çağdaşlığının bilincine vardığı zamanda, dünya Aydınlanma sonrasında Avrupa’nın içine düştüğü bunalım ve Hasan Aksakal’ın deyimiyle makine medeniyetinin teknolojik kıyametiyle hesaplaşıyordu.
Aydınlanma anlayışına ve ilkelerine dayandırılan sürecin işleyişi daha demokratik ve sorunsuz bir dünyaya değil, tam tersine ilerleme adına daha sorunlu bir dünyanın sahneye çıkmasına yol açmıştır. Yaşanan süreçler söylemle örtüşmemiştir. Eliot’a göre, mevcut yapılanmaları ile süreç, Tanrı’yı ve dinsel tüm değerleri bireyi öne çıkararak ikincileştirirken, kilise, hükümet gibi bireyi kısıtlayan ve baskı altına alan kurumsallaşma süreçlerinin daha etkili olduğu bir yere getirmiştir. Bireyi her şeyin önüne koyan bu anlayış, çoraklaşmaya götüren sürecin başlatıcısıdır ve Birinci Dünya Savaşı bu çoraklaşmanın getirdiği bir uğraktır. Çorak Ülke bir anlamda bu çoraklaşma yolculuğunun öyküsüdür. Bu çoraklaşma süreci sonrasında 1929 Dünya Buhranı, II. Dünya Savaşı ve sonrasında da şimdilere devam etmektedir. Bugün dünyanın geldiği yer, kapitalizmin en vahşileştiği bir noktadır.(7)
Savaşın hemen ardından yeni bir şiir akımının yükselişi kuşkusuz tesadüf değildir. Çorak Ülke bize toplumsal dönüşümler, sosyal bilimler ve sanat ve edebiyat arasındaki ilişkiyi kanıtlar niteliktedir. Modernizmin ile sürdüğü akıl evrensel olmanın dışında başka bir yere sürüklenerek kapitalizmin ruhu üzerinden burjuvazinin ‘’aklı’’ ya da yaygın kullanımı ile küçük bir azınlığın çıkarlarını gözeten araçsal akla dönüştürmüştür. Çorak Ülke tam da Aydınlanma düşüncesine koşut olarak kapitalizmin ve sanayileşmenin ardından yaşanan ve savaşa giden süreçte dünyanın akılla nasıl yaşanmaz kılındığının bir anlatısıdır. Ona göre Aydınlanma ilkelerine dayanan süreç insanları karanlığa sürüklemiştir. Onun bu düşünceleri başta Frankfurt Okulu temsilcileri olmak üzere döneme eleştirel bakan pek çok düşünüre öncülük etmiştir. Bu tartışmalar özellikle teknolojik ve faşizm arasında bağ kurarak 2. Dünya Savaşı’na ilişkin değerlendirmelerin yükselişi açısından önemli olmuştur. Ancak burada önemli olan ve soru olan şey (Eliot’un kabul etmediği) Aydınlanma ilkeleri değil, ilkelerin yaşama geçirilmesi ve bunun sonucunda gelinen noktadır elbette. Eliot yaşanan sürecin nedenini insanların inançlarını kaybetmesine bağlayarak görmemiştir. Oysa savaşın asıl nedeni milyonlarca insanın yaşamlarını yok edildiği ve küçük bir azınlığın çıkarları için kurguladığı bir çoraklaştırma olgusudur ve inançla aşılması zor olan bir sorundur.(8)
Eliot’un sanat anlayışında şiire önemli teknik yenilikler getiren imgecilik, şiir akımının öncülerinden olan Hulme’nin etkisi önemlidir. Hulme, izlenimci bir şiir türü yaratan imgeciliğin ve dayandığı felsefenin gelişmesine etkili olmuştur. O naturalizme, romantizme ve Rönesanstan beri Batı Edebiyatı’nda egemen olan organizmacı anlayışa karşı çıkmış ve anti-hümanizmle klasizmi aynı tutmuştur. Bu sanat anlayışı, modern şiirin, şairin kendi duygu ve düşüncelerini doğaya yansıtması ve doğada geçici olan boyutun vurgulanmasıyla yaratılmış olan organik şiirden farklıdır. Oysa geometrik ve soyut bir sanat olan modern klasik şiirde şair, organik olanla olmayanı, yani insanın tanrıdan kopukluğunu bilen şairdir. Böylesine bir anlayış ise şairin eşyanın geçici görüntüsünden ziyade hiç değişmeyen karakteristik çizgileri veya ‘’formu’’ üzerinde durmasını gerektirir.
Eliot sanat anlayışı açısından Hulmen’in çağdaş klasik sanat dediği ve imgeci anlayıştan bu şekil özelliklerini almış ancak kendi şiir ve eleştiri kavramlarını geliştirerek özgün bir şiir anlayışının gelişmesini sağlamıştır. Bu çağdaş yeni modern klasik şiirin şekil özelliklerine kendi felsefesinin ışığında metafizik bir boyut kazandırmıştır.(9)
Eliot, geleneği tecrübelerden oluşan bir nesnel düzen (objektive order) olarak görür. Bu nedenle onun geçmişe bakışı salt öznel duyguları içermez. Eliot, şiir yazma ve anlamada tarihin önemini vurgulayarak ‘’geleneği’’ yeniden tanımlar. O’na göre şiirin ham maddesi duygu olsa da şiirin bireysel olmaması (impersonal) gerekir. Yani şiirin, şairin kişiliğinden ayrı ve dışında olması gerekir. Başka bir ifadeyle duygunun estetik veya objektif duyguya dönüştürülmesi gerekmektedir. Bunun başarılması da şiirin ‘’kolektif bir bilince’’ (collevtive subjectivity) yani geleneğe yönelmesiyle olanaklıdır. Ayrıca Eliot’un edebiyat eleştirisi kuramı konusunda ilke oluşturma arayışının ve çabasının ilerleyen yıllarda, edebiyat kuramları alanında akademik eleştirici yönteminin gelişimine aslında önemli etkileri olacaktır.(10)
Toparlasak, Eliot geleneği öne çıkarırken üzerinde durduğu en önemli konu ise bizce, ‘’şimdi’’nin üzerini örten ve hakikati sisleyen o meşhur ‘’çiçek’’metaforudur.
Eliot, Çorak Ülke’de çiçeklere yaygın olarak yapılan umut, sevgi ve güzellik göndermelerinden uzak ve onlardan da farklı bir anlam yükler. Ona göre çiçeklerin rolü, kimsenin bilmek istemediği çirkin hakikatleri örtbas etmektir. Çirkin hakikat, 20. yüzyılda artık duygu ve sevgiyle değil, şehvet ve fiziksel arzuyla ilgili olan aşktır. Periler ayrıldığında, gerçekler tüm çıplaklığıyla ve çirkinlikleriyle görünür. Su perileri gitmiş, dizisinin ikinci referansı, Elizabeth dönemi oyun yazarı John Day’ın eseri arasında en tanımış olan Arılar Parlamentosudur. Bu çirkin gerçeklerin ise çiçeklerle gizlenmesi ve soda ile temizlenmesi mümkün değildir.(10)
Yazar:Kazım ALDOĞAN
(1).Aksakal H.Ek Dergi.2022
(2).Erbaş H.Çorak Ülke.Klaros Y.S.7
(3).Çorak Ülke.S.159-160
(4).Goulimari.P.Edebiyat Eleştiri ve Teori.S.213
(5). Goulimari.P.Edebiyat Eleştiri ve Teori.S.214
(6). Goulimari.P.Edebiyat Eleştiri ve Teori.S.216
(7) .Erbaş.1999.2000
(8).Erbaş.Çorak Ülke.S.21,22
(9).Kantarcıoğlu’dan aktaran;Erbaş H.Çorak Ülke S.23
(10).Erbaş.H.Çorak Ülke.Klaros Y.2020
(11) Çorak Ülke.Klaros Y.2020