Eski, çok eski zamanların birinde zengin bir ülke varmış.
Bu ülkenin bencil mi bencil, kötü mü kötü bir de kralı varmış.
Bu kral yıllar evvel bir cadıyı karanlık bir zindana attırmış. Sonra da onu orada unutmuş.
Gel zaman git zaman cadı bir yolunu bulup zindandan kaçmış. Kaçar kaçmaz da ülkede kendine güvenli bir ev bulup yerleşmiş.
Cadının amacı ülkeye salgın hastalık yaymak ve hastalığın krala kadar ulaşmasıymış.
Yaptığı büyü ancak kral hastalığa yakalanınca sona erecekmiş. Bu amaçla hazırlıklara başlayan cadı, büyüsü için dağ bayır demeden dolaşıp iksirli otlardan toplamış. Bir sabah onlardan hastalıklı bir karışım elde edip ülke halkının hastalanmasına neden olmuş.
Hastalık o kadar amansızmış ki bulaştığı kişileri yataklara düşürüp yemeden içmeden kesermiş.
Aradan aylar geçmiş. Kral, sarayına yiyecek depolamış. Ardından da kapıları çelik demirleri eriterek kapatmış. Bu sayede içeridekiler dışarıya çıkamamış, dışarıdakiler de içeriye girememiş. Böylelikle hastalıktan kendini koruyan bencil kralın halkı hiç umurunda bile değilmiş.
İnsanları hastaymış, açmış, susuzmuş onu hiç ilgilendirmiyormuş.
Cadı bu durumu fırsat bilip ülke halkını krala karşı kışkırtmaktaymış.
Halk cadının söylediklerine hak verince cadı mutluluktan uçmuş. Bir müddet sonra da halkı krala karşı kışkırtmış.
Öfkeli halk sarayın kapılarına dayanmış. Son güçlerini kullanarak saraya zorla girmişler. Sonra da krala ve sarayda bulunanlara hastalık bulaştırmışlar.
Hastalık kapan kral yataklara düşmüş. Onun hasta olmasıyla birlikte büyü bozulmuş. Bir anda insanlar iyileşmiş.
İyileşen halk, vakit kaybetmeden bencil kralı ülke dışına sürgün etmişler.
Kralın gitmesiyle insanlar rahat bir nefes almış. Cadı da intikamını almanın mutluluğunu yaşamaktaymış.
Halkın ileri gelenleri, hastalığı cadının yaydığını öğrenince cadıyı da kralın sürgün edildiği yere göndermişler.
Hem kötü kraldan hem de cadıdan kurtulan halk ülkenin başına dürüst, alçak gönüllü ve halkına düşkün bir kral getirmişler.
Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine…