Sıcak Temmuz güneşi ,sığındığı barakayı yakıp kavurmakla kalmıyor, barakanın tahta duvarlarından içeriye ateş püskürtüyordu. Saatlerce süren sancılardan sonra, toprak zeminde doğurduğu bebeğinin göbeğini barakanın bir köşesinde bulduğu taşla ezerek kopardı. Kanlı minik bedeni, başından çıkardığı tülbentle, sarıp sarmaladı. Barakanın en dip tarafında tozdan ve kirden rengi belli olmayan eski kilim parçasının üzerine bebeği koynunda uzandı. Pek çok tenekenin düzleştirilerek, birbirine çiviyle bağlandığı kapı görevi gören, teneke yığınını arkasına koyduğu birkaç irice taşla barakaya yaslamıştı. Hafif bir rüzgarla taş ve tenekenin çarpışması bir takım tıkırtılar yapıyor, etrafın sessizliğini bozuyordu. Her tıkırtıda yüreği tir tir titriyordu.
Kuş uçmaz kervan geçmez sarp kayalarla kaplı dağ başındaki bu virane yere sığınarak zaman kazanmışlardı. Osman ‘ Daha fazla burada kalamayız.’ diyerek bir çıkış yolu bulmak için, oradan ayrılalı üç gün olmuştu. ‘Bir terslik olmasaydı bu vakte kadar dönerdi.’ diye düşünüp içten içe kahrolmaya başlamıştı. Yanındaki erzakta bitmek üzereydi. Susuzluğunu gidermenin tek yolu, barakanın arka tarafındaki yamaçtan aşağılara doğru akan küçücük bir derenin varlığıydı. Çok zorda kalmadıkça barakadan çıkmamasını tembihlemişti Osman. Haklıydı da. Hava kararırken teneke parçasının arkasındaki taşları çekip, dışarı çıktı. Bir çırpıda derenin kenarına yaklaşıp, kana kana, su içti. Saatlerce susuz kalan, yorgun ve naif bedeni, sanki yeniden hayat buldu. Tekrar barakaya girdi, teneke yığınının arkasına taşları dizdi. Emzirdiği bebeğini koynuna alıp , uykuya daldı.
Gecenin geç vaktinde, uyandı. Etrafın sessizliği , huzur vermiyor aksine kötü düşünceler üşüşüyordu aklına. Elbisesinin eteklerini elleriyle iki yana çekeleyerek kopardı. Öyle ki elbisesinin boyu kalçalarına kadar kaldı. Upuzun olan saçlarını ensesinde toparlayıp ördü. Saçının uçlarını birbirlerine küçük düğümlerle bağladı. Bir süre böyle idare edebilirdi. Elbisesinden kopardığı bez parçasıyla kundak yapıp, bebeğini koynuna sımsıkı bağladı. Gün ağarmadan, barakadan çıkıp kayaların etrafından dolaşarak dik yamaçtan aşağı doğru inmeye başladı. Bazen sendeleyerek, bazen oturup kendini aşağı doğru yavaş yavaş kaydırarak patikaya varması üç saatini aldı. Kolları, bacakları hatta yüzü çalılıklara çarpa çarpa çizilmekle kalmamış, irili ufaklı kesikler oluşmuştu. Yılan gibi sağa sola kıvrılan, daracık ve iki yanı çalılıklarla kaplı, patikaya gelince hızlı adımlarla yürümeye başlamıştı. Gün ağarmaya başladığında anayola ulaşıp bir otomobilin önünü kesmeye kararlıydı. ‘Benim bu halime kim olsa acır bana yardım eder ’ diye teselli ediyordu küt küt atan yüreğini. Patikanın son kıvrımında yerde birisinin yattığını fark etti. Yavaşladı, küçük adımlarla yaklaştı, korktuğu başına geldi. Osman’ı vurmuşlardı. Ağlamaya ,hatta vedaya bile vakit yoktu. Anayola kadar durmadan yürümeye devam etti. Uzaklardan bir otomobilin geldiğini görünce küçücük bir umut hissetti. Anayolun karşı tarafındaki çalılıklarda saklanan beş namluda kadını nişan almıştı. Etrafta birkaç kuş uçuştu, kadın düştü. Adamlar hızla geldikleri tarafa kaçarken, Osman ve Nazlı’yı öldürmenin haklı gururuyla, başları dik dolaşacaklardı! Bebek ağlıyor, otomobil yavaşlıyordu…