Bugün içimde kanayan bir yaranın acısı yeniden alevlendi. Sebepli sebepsiz biçimde göz pınarlarımdan yaşlar süzülüverdi. Oysa, hayat kendi ritminde olağanca haliyle akıp gidiyordu. Ben neden bu ritme bir türlü uyum sağlıyamıyordum. İçimde anlamını bulamadığım bir boşluk ve hüzün vardı.
Çocukluğumun ruhumda bıraktığı izlerin geriden gelen ayak sesleri miydi, tüm bu hissettiklerim.
‘’Neden ben? Neden ben?’’ diye düşünmeden yapamıyordum. Oysa, herkesin senaryosunu bilmeden oynamakta olduğu bir hayat öyküsü vardı. Öykülerini fark etmeden kaderin cilvesi diyerek , sanki daha bir mutlu gibiydiler. Onlar için ortaya çıkan her süpriz adeta yaşamın bir lütfu idi. Ya da onlar onu öyle kabullenmeyi huzur olarak benimsemişlerdi.
Bendeki iç bunaltısı niye bu kadar aşılması güç ve kaotikti. Belki de, kaosumu besleyen bendim. Zihnimin en karanlık köşelerinde sıkışıp kalan sessiz varoluş çığlığımın ekosuydu beni zorlayan. Benim var olabilme çığlığım kimsenin derdi değildi. Ne de olsa, dert sahibine aitti.
Ben kendi derdimin ve yaramın merhemi olmaya çabalarken, zamanın akışı sınır tanımıyordu. Zaman bana öyle anlar yaşatmıştı ki, hayatın ortasında öylece kala kalmıştım. Kanadı kırık bir kuş misali. Kimsenin farkında olmadığı kanadı kırık o kuş yaralarını, kendi yalnızlığının çığlığında onarmaya çabalıyordu. Bu çaba nereye kadar sürebilirdi? Kimse o çabayı görmek istemediği sürece.
İşte Öylesine…akıp giden bir günün ardındaki ben olarak.