Gurbet…
Yüreğime pençe attığında yola vuran türkü…
Puslu gecelerde sebebini bilmeksizin hazzına doyamadığım çile…
Tezatlar ülkesi, çırpınışlar gölgesi,
Vicdânı pazarda satılmışlar kıblesi!
Kalleş düzen, kahpe zamân!
ve bir o kadar derdime dermân.
Sabaha henüz koca bir kıyâmet…
Hayret, bu sızıyla ölmüyorum da!
Ölüme kaҫ var daha? Vaktim ne zamân?
Gurbet…
Bir sende saklanabilir gözyaşı, biliyorsun
Yağmurlara karışır gider puslu gecelerde, karanlık sokaklarda…
Ve bir tek sende gizlenir yalnız yüreklerin çırpınışı
Mengeneler ağır ağır çalışırken şakaklarda.
Siren sesleri geliyor uzaklardan, gittikҫe yaklaşıyor.
Bilmiyorum hangi sokaktayım, neredeyim, zaman nedir
Alışkanlık olmuş işte, gözüm dikiz aynasında, kahretsin!
Söyle bana, durma söyle! Nezdinde bir canın bedeli nedir?!
Bir ben değilim bu sokakların divânesi, biliyorum;
Yine o kız parkta, battaniyenin altında şırıngası gizli.
Bir adam çıkıyor bardan, farlarım gözünü alıyor, sendeliyor
Polis siyah jipte eroin arıyor.
Bu nasıl bir şey, aklım almıyor;
Yüreğim dosdoğru yolda gitmek için çırpınırken,
Ayaklarım geri gidiyor, kaçmak saklanmak istiyor.
Ben beşerden kaçıyorum
Kız polisten kaçıyor…
Uhûlet;
Bu keşmekeşte yitip gitmeye nasıl da mûtadım.
Keşke ağlayabilseydim; âh bir ağlayabilseydim, kanardım…
Cân evimde ne fırtınalar dalgakıranlara yenik düşüyor.
Bırak beni bırak! Bırak uyuyayım şuracıkta, sabah olmasın bu gece,
Bu gece kimse beni sormasın! Kimse yoluma çıkmasın, beni bulmasın!
Bilmiyorum ibre kaçı vuruyor, zaten neredeyse sabah oluyor.
Polis cama vuruyor, öfkesi yüzünden okunuyor.
Bitmez bu gece bu yollar, bitmez…
Şu üniformalı sanki niye çekip gitmez?!
Aklıma nerde ne ölümcül fikir varsa o geliyor
Dilimin ucundaysa F tipi kelimeler, firâra hazırlanıyor!
Bir hayatı sorguladığım gece bu gece yine
Ve bir hayatı yargıladığım, ipte sallandırdığım
Uçurumun kenarında sallandığım… odsuz yandığım…
En keskin virajlarda ölümle dalga geçtiğim, ölümü ayar ettiğim
Zaten hayatın da en kavisli yolları, en bıçak sırtı dönemeçleri oldu hep
Onca yol arasından kendime seçtiğim…
Ne yapalım, bu gece de böyle oldu, boşver, unut gitsin…
Şimdi eve gideriz, yüreğimin içinde ağlayan çocuk ve ben
“Tanımıyorum seni” diyor, susmak bilmiyor,
şimdi hem o ağlıyor
hem ben…
Omuzlarımda tonlarca yük taşırcasına bir ağırlık,
Cebimde sigara kağıdı şiirler,
fikrimde kapı eşiklerinde tebessüm bekleyen bir kız çocuğu
ve yalnızlık…
Caddeler ıslak, ceketim ıslak, ben ıslak.
Kafamın icinde bir ömür cevaplanmamış sorular ve ben
Med-cezîrin en infilâk halindeyiz!
Bil bizi bil! Söyle hadi susma, biz kaҫ kişiyiz?!!
Mükâlemet;
Son sesinde en mızrağı türkülerin, isyânımı bayraklaştırırcasına;
“ Çıkma benim bahtı karam gece yarısı
Yağar yağmur, rüzgar söyler ölüm şarkısı..”
Gülme karşımdan, kahretsin! Bakma bana öyle zafer kazanmışçasına!
Şu gecelerinde deli deli yollara vurmalarım olmasa, sen kaç para edersin?!
İsyân mı sandın, güldürme beni, hâlâ aynı habis beklentidesin!
Bilmiyor musun, biz bir eve girerken selâm veririz meleklere
Bir de çileye merhaba!
Biz bir eve girerken besmeleyle gireriz
Bir de boynumuzu büken derde bismillah!
Görmüyor musun gurbet, sen bu hikâyenin hiçbir yerindesin!
Sayrûret;
Bu gönül ülkesinin hükümdarı benim!
Fatih’i benim, İskender’i benim!
Gurbet, bu ülkede senin esâmen bile okunmuyor!
Çünkü senin güllerin bile katran kokuyor!
Bırak, kanım zaten hep içime akıyor
Veylenâ!
Keşke bir kez konuşsaydı dilim…



