Kırık dökük Arnavut kaldırımlarını kah hızlı, kah yavaş adımlarla ama hiç durmadan yürüyerek geçti. Nihayet sokağın sonundaki Sürmeli Yüncü görünmüştü. Yol boyunca karşılaştığı eşin dostun, bu kararlı yürüyüşü sekteye uğratmaktan korkarmış gibi kenara çekildiklerini bile farketmemişti. Bütün dikkati her yerine küçük delikler açtığı karton kutudaydı çünkü. Ara bir kutuyla konuşuyordu. Son bir gayret adımlarını sıklaştırdı, menziline varmıştı. Çölde suya ya da aylarca deniz yolculuğundan sonra karaya kavuşmaya benzer bir duyguydu yaşadığı. Sürmeli yüncü karşısındaydı. Elinde yünlerle çıkan Aysel’e kapıyı tutarken, paketlere şöyle bir göz atmayı da ihmal etmedi. Sabahtan beri bütün yünler satılacak da, ona bir tane bile kalmayacak vesvesesiyle boğuşmuştu. Neyse ki zevksiz Aysel tüm koyu renkli penye iplikleri toplamıştı. Banyonun rengine aldırmadan, yine birine ev hediyesi klozet takımı örecekti belli ki. Kiri göstermiyormuş, öyle diyordu. Torbadan rutubetli banyo kokusu yayıldı sanki.
Sürmeli, Münire’yi başıyla selamladı. Münire kapıyı bırakıp tezgahın arkasında bütün floş, kadife, kordon iplikleri Neriman’ın önüne yığan Sürmeli’ye doğru yöneldi. Neriman renge mi karar veremiyordu,ipin cinsine mi belli değildi, birini alıp diğerini bırakıyordu. İpi görünce aklına geliyormuş ne öreceği.
“Hoş geldin abla. Bu sefer yıl dönümü mü?”
Sürmeli sanki sarı yünlerin olduğu üst raftan seslenmişti. Münire başını o tarafa çevirip karşılık verdi.
“Hoş bulduk ablam”
Aklı iplerdeydi, sohbet havasında değildi şu an.
“Altın sarısı iki çile, yok yok üç çile ip ver sen bana.”
Sürmeli farklı tonlarda sarılar çıkardı çıkarmasına ama Münire’nin gözleri rafları taramayı sürdürüyordu. Bir, elindeki delikli kutuya, bir de sarı ip çilesine baktı. İyice ölçtü, biçti. Hah.. Aradığını bulmuştu.
“Sen şu mavi bebe yünlerinin üstündeki sarı çileyi ver en iyisi.” Yüncüden çok kuyumcuda gibiydi, altın alıyordu sanki.
Sürmeli dükkanı büyütünce, cam kenarına iki kanepe bir masa koyup örgü köşesi yapmıştı. İsteyen hemen oracıkta örmeye başlayabilirdi. Sürmeli’nin bu amme hizmetinin altında, mahallede olup biteni anında öğrenme arzusu yattığını bilmeyen yoktu.
Münire elindeki kutuyu masaya koyup, çileyi de Sürmeli’nin marangoza yaptırttığı Naciye’nin kollarına benzeyen tahta düzeneğe geçirdi. Çileyi yumak yaptı. Hemen örmeye başladı. Neriman Sürmeli’yi yığının içine gömmüştü. Elinde bir dantel ipliğiyle gelip Münire’nin karşısına oturdu.
“Ne yıl dönümü ayol, ne diyor bu? Geçenlerde değil miydi sanki? Sen sakallı siyah yünden bir hırka örmüştün?
Hayırsever Sürmeli, yün mezardan başını çıkarıp hemen konuya dahil oldu.
“Aaa, abla sen bilmiyor musun? Münire abla aynı Fatih Kısaparmak’ın kilim türküsündeki gibi, Selim abi’ye ne söyleyecekse örgülerle söylüyor. O hırka, sakal bırakmasını istediği içindi.”
Münire ilmek saydığı için konuşmuyordu. Sürmeli’ye gün doğmuştu. Benden laf çıkmaz demesini kimse ciddiye almıyordu ya, o zaman Münire can sıkıntısıyla bir bir anlatmıştı kaynanasının ettiklerini bu meraklı çocuğa. Beyaz kurtçuk iplikten bir yelek örecekti, bir de yılan derisi deseninde çanta.
Sürmeli’den lafın çıkma zamanıydı.
“Kaynanası Münire abla’yı kurt gibi yiyip bitiriyormuş, yılan gibi aralarına giriyormuş. Selim abinin yanında da sütten çıkmış ak kaşık gibi davranıyormuş.”
İlmek saymayı bitiren Münire, Sürmeli’ye dik dik baktı.
“Yalan mı abla? Sen demedin mi gittiği günlerde kurum kurum kuruluyormuş, ‘gelinim bana yelek, çanta ördü’ diye? Al sana yelek, al sana çanta, yılan dilli kurtlu kaynana.”
Daha devam edecekti, vazgeçti.
“Sen asıl şimdi ne örüyorsun onu söyle?”
Münire bir süre sesiz kaldı, ördüğünü bitirmek üzereydi. Kapı açıldı, iki üç kişi girdi, örtüldü.
“Doğru söylüyorsun, bugün bizim yıl dönümümüz.”
Sürmeli bir yandan yeni gelen müşterilere bakıyordu ama, aklı Münire’nin elinde evirip çevirip düğümler attığı, Selim’e sunulacak yeni hediyedeydi. Müşterilerde onun baktığı tarafa baktılar.
Sürmeli öylesine söylediği sözün karşılık bulmasına şaşırmıştı.
Münire’nin gözleri doldu ama tuttu kendini.
“Bugün kocamın ‘gurbet sana zor geliyor, memleketine gidelim’ demesinin sekizinci yıl dönümü.”
İşini bitirmişti, yavaşça yerinden kalktı. Delikli kutudan çıkardığı bülbülü, elleriyle ördüğü altın renkli kafese koyup Arnavut kaldırımlı yoldan aşağı doğru yürümeye başladı.