Telefonun tiz sesiyle irkildim. Emekli olduktan sonra böyle ani çalan telefonlar beni eskisinden daha çok heyecanlandırır oldu. Arayan, yıllar önce mezun ettiğim, gözümde hep o küçücük haliyle kalan Cemre’ydi. Yanında Celal de varmış. Duyar duymaz, kalbim pir pi çarpmaya başladı. Meğer ne çok özlemişim öğrencilerimi. İkisi de bana misafirliğe gelmek istiyormuş. Duyduğum an, içim tarifsiz bir sevinçle doldu.
Evimin salonu bir anda gözümde canlandı. ‘Nereden başlasam?’ dedim kendi kendime. Yıllar öncesine döndüm. Eskiden bir misafirim geleceği zaman annemin nasıl telaşla mutfağa girdiğini, koltuklara örtüler serdiğini, masanın üzerini özenle süslediğini hatırladım. Bu kez ben de aynısını yapacaktım. Cemre’nin sevdiği lavanta rengi masa örtüsünü serdim. Üzerine birkaç mor, eflatun tonlarında peçete yerleştirdim. Camın önündeki küçük sehpanın üzerine limonlu gazoz koydum – çocukluklarının vazgeçilmeziydi.
Celal’in dikkatini çekecek bir köşe de hazırladım. Kütüphanemin yanına Picasso’nun ‘Guernica’dan esinlenilmiş minyatür bir tablo astım. Altına birkaç eski tıp kitabı yerleştirdim. Rafın ucuna seramik bir vazo içine kuru lavanta ve papatya dalları koydum. Sadece bir görüntü değil, bir anı, bir ruh, bir çağrışım yaratmak istedim.
Cemre şimdi avukat olmuş, Celal de doktormuş. Bunu daha yeni öğrendim. Üstelik her ikisi de evlenmiş! Kalbim hem heyecanla hem minnetle doldu. Öğrencilerimin yolları açık olmuştu ve beni unutmamışlardı. Eski günlerdeki gibi özenerek yemekler yaptım. Fırından yeni çıkmış zeytinyağlı biber dolmaları, tarçınlı irmik helvası, naneli ayran… Masanın üzeri renk renk çiçeklerle süslenmişti; sarı papatyalar, mor menekşeler, beyaz güller…
Beklediğim an geldi. Kapı çaldı. Kalbim küt küt. Açtım kapıyı, karşımdaki iki yetişkin yüz, geçmişin o parlak, umut dolu çocuk gözleriyle birleşmişti. Cemre boynuma sarıldı. Celal gülümsedi, “Öğretmenim, hiç değişmemişsiniz,” dedi ama sesinde biraz şaşkınlık da vardı. Değişmiş miydim gerçekten? Belki de zaman bizi şekillendiriyor, ama içimizde bir şey hep aynı kalıyor.
Onlara hazırladığım sofrada otururken bir ara gözlerim doldu. Her lokma, her bakış, yılların hediyesiydi. Sonra çantalarından bir kutu çıkardılar. İçinde el yapımı ahşap bir saat vardı. Üzerinde şu yazı: ‘Zaman sizinle güzeldi öğretmenim.’
Bu hediyenin verdiği mutluluk anlatılamaz. O an anladım ki insan sadece evinde değil, gönlünde misafir ağırlarmış. Kalbimde o gün açılan yer artık hep onların olacak.
Misafirperverlik, sadece bir gelenek değil. Bu, insanın içindeki sıcaklığı, bağlılığı, sevgiyi yaşatma biçimi. Ve ben artık biliyorum ki, misafirin gelişi bir telaş değil, bir hatıra, bir coşku, bir kalbin bayramıymış.