Kasketini çıkarıp seyrelmiş saçlarının arasında parlayan terlerini, cebinden çıkardığı mendille sildi adam. “ Aman Allah’ım! Bu nasıl sıcak” diye söylendi, belediyenin önündeki çimlere otururken. Elinde ki fişe baktı, 435. Sıra, buruşturup cebine koydu, “ Vay anam vay! Bu sıra gelene kadar yaşarsam…” dedi. Daha üç gün önce anjiyo olmuştu. Pili zayıflamış saat gibi atıyordu kalbi, ha durdu ha duracak… Yetmiş yıllık ömrünün, son yirmi yılı acı hikâyelerle geçmişti. Ya yok oluşlar ya da yok sayışlarla bitivermişti hikâyeleri. Önünde ki çimleri incitmeden okşuyordu. Hayatı boyunca tek korkusu; birilerini incitmek ve kırmak olmuştu. Kader de hep burdan vuruyordu zaten. Şimdi yapayalnız kalmıştı. İnsanı, insan olduğu yerden sevdi, diye insan yalnız bırakılır mıydı? Gönül kırmayı, Kâbe’yi yıkmak gibi gören bir insandan uzaklaşmak nasıl bir ahmaklıktı? Beş çocuk çil yavrusu gibi dağılıp gitmişti. Karısının ölümünden sonra eve de sığamamış, köye yerleşmişti. Tüm merhametini, sevgisini bahçede ki çiçeklerine, şefkatle budadığı ağaçlarına salmıştı. Nankörlük insana yakışırdı; su verdiği bitkiler, çiçek açmazsa utanır, yere düşerdi başları, dibini açıp gübrelediği ağaçlar, meyve vermezse vicdan azabından kururdu. İnsan böyle miydi peki? Sulamadığı çiçeğin kuruyuşunu nankörlük sayardı… Her iyiliği, her nimeti hak ettiğini düşünür, sahip olduklarını da kendinden bilirdi…
Hemen yanına bir kadınla, on beş on altı yaşlarında bir kız oturdu. Kız oflayıp pufluyor, boyalı saçlarını hırçınca savuruyordu. Kadın çantasından çıkardığı suyu uzattı kıza, “Al bir iki yurdum iç! Yandın kavruldun kuzum,” kız cebinden çıkardığı telefona bakarak, dudak büktü, “ Ay yok, istemem. Bir an önce gidelim şuradan, yeterince rezil olduk zaten.” annesi saçlarını okşamak için elini uzattı, “ Ne yapıyorsun? Dışardayız, herkes bize bakıyor.” diye çemkirdi kız. Annesinin yamacından tiksinir gibi geriye çekti kendini. Kadın eğildi kızına doğru, “ Kızım, belediyeden yardım almamız ayıp değil ki.” gözlerini annesine devirip, alaylı bir gülüş attı, “Ben gider, işin bitince ara beni.” Deyip, umarsızca uzaklaştı… Kadın derin bir iç çekti. Gözlerine çullandı katreler, zoraki yutkunmaya çalıştı boğazındaki düğümleri, bir iki damla düştü gökyüzünden, ardından üç beş damla daha, sonra bir sağanak… Kadın bıraktı kendini. Gözyaşları yağmura iltica etti. Adam yanaklarından süzülen iri damlaları, sakallarının arasına hapsetti. Ve gökyüzü ağladı, onlar ağladı…