Aslı, odanın kapsını hafifçe aralarken gülümsedi. Psikolog başıyla selam verdi ve “Buyurun, hoş geldiniz” dedi. Oturdu. Koltuğun yanındaki sehpanın üzerinde ince camdan yapılmış küçük bir kum saati duruyordu. “Her şey akar, aynı nehirde iki kez yıkanılmaz,” diye mırıldandı kendi kendine, Herakleitos’un sözünü anımsayarak. Kum tanelerinin aşağıya inişini izledi.
“Nereden başlamak istersiniz?”
(Omuzlarını hafifçe kaldırarak) “Başlamak” …Sanırım ben başladığım yerden hiç uzaklaşmadım ki. Sadece yıllar eklendi üstüne.” “İnsan, bazen ömrünü aynı kapının önünde bekleyerek geçirir. Ne gelen olur ne giden…Ama yine de bekler.” Psikolog not defterine bir şeyler karaladı.
“Beklemekten söz ettiniz. Sizce bu bekleyişin sebebi ne?”
“Sebep mi? Sebebi bilmiyor değilim. Sokrates, ‘Kendini tanı’ demiş. Ben kendimi tanıyorum. Hatta belki fazlasıyla tanıyorum. Ama tanımak yetmiyor. Bazen farkındalık, bir bataklık gibi…Ne kadar çok bilirsen, o kadar çok derine gömülürsün.”
(İçinden) “Herkes ‘bilgi güçtür’ der. Ama kimse söylemez, o güç seni yerinden bile oynatmaya yetmeyebilir. Çünkü güç, bazen başını yastığa koyduğunda uyumaman demektir.”
Kum saati yarıya inmişti. Aslı, gözlerini kumun akışından ayırmadan konuştu:
“Biliyor musunuz ‘Taş yerinde ağırdır’ derler. Ben taşım. Yerim belli… Hayat kapımın eşiğinden akıp giderken, ben içerde, onu sadece izleyen bir gölgeye dönüştüm. Beni bir kalıba döküp, o kalıbın soğuyan demirlerine hapsettiler. Elime sevgiye, ilgiye muhtaç çocukların elini, omuzlarıma suskunluğun yükünü verdiler. Böylece kendi düşlerimden bile misafir gibi geçtim. Ama bazen düşünüyorum…Ya ben aslında yerinde değilsem?”
Psikolog, bu son cümlede kalemini bıraktı.
“O zaman ne olurdu?”
Aslı gülümsedi:
“Bilmiyorum. Belki de ilk kez hafiflerdim.”
“Hafiflemekten söz ettiniz. Hafiflemek neye benzerdi sizce?”
Aslı birkaç saniye sessiz kaldı.
(İçinden) “Hafiflemek…belki yıllar önceki o yaz akşamına dönmek olurdu.” Gözleri uzak bir noktaya daldı.
“Yirmi yaşındaydım. Annem ‘Kız kısmı akşam ezanından sonra dışarıda olmaz derdi’. O akşam evin kapısında duruyordum, dışarıdan müzik geliyordu. İçimde bir ses ‘Çık, koş, dans et’ diyordu. Ama elim kapı koluna bile gitmedi. O gün belki de hayatımın en büyük ‘evde kalma’ anıydı. Biliyor musunuz bazı kapılar sadece bir kez açılır.”
(İçinden) “Çıkmadım. Sonra yıllar geçti. Okudum, düşündüm, yazdım…ama o kapı bir daha çalınmadı. Victor Hugo der ki: ‘Hayat, bazen kaçırılmış bir randevudan ibarettir.’”
Psikolog dikkatlice dinliyordu.
“Sizce neden o kapıdan çıkmadınız?”
“Korku. Ama öyle bildiğiniz bir korku değil…Bazen insan, bilinmeyen bir mutluluktan da korkar. Atalarımız ‘Her gülün dikeni vardır ’der. Ben dikenin acısından kaçarken, gülü hiç koklamadım.”
Bir süre sessizlik oldu. Saatin tik takları duyuluyordu. Aslı derin bir nefes aldı.
“Biliyor musunuz, en çok kendime kızarım. Çünkü ben hep farkındaydım. Her şeyin. İnsanların ne düşündüğünü ne hissettiğini, hangi kelimeleri yutkunup içine gömdüğünü…Hepsini gördüm. Ama gördüğümü saklamak harekete geçmekten daha kolay geldi.”
(İçinden) “Kafka ‘Bir kafes, bir kuş arıyordu’ der. Ben kafesimi bulmuş bir kuşum.” Psikolog önüne eğilmişti.
“Peki şimdi, kırk yaşınızda, o kapı tekrar açılırsa…”
Aslı, dudaklarında buruk bir gülümsemeyle araya girdi:
“Kapının arkasındaki dünyaya alışmak biraz güç olur.”
“Bugünlerde sizi en çok ne yoruyor?”
Aslı, bir an duraksadı. Başını yana eğdi, tavandaki lambanın sarı ışığında gözleri parladı.
“İnsanlar…daha doğrusu insanların birbirine bakma biçimi. Sanki herkes başkasını bir vitrin gibi seyrediyor ama hiçbir şeyin içine bakmıyor. Geçen hafta alışverişten eve dönerken genç bir kadın gördüm. Kaldırıma oturmuş ağlıyordu. Kimse sormadı ‘İyi misin?’ diye. Herkes öylece yanından geçti, gitti. Ben de… sordum mu? Hayır. Sadece izledim. Yani farkındaydım, ama yine de kılımı bile kıpırdatmadım.”
(İçinden) “Bilir misin, en ağır yük, taşınmayan yüktür. Goethe, ‘Bildiğini yapmak kadar zor bir şey yoktur’ der. Ben de o zorlukta boğuluyorum.”
Psikolog defterine birkaç kelime daha yazdı.
“İyi misin diye sormayışınızın sebebi neydi?”
“Belki umutsuzluk. Belki kibir…Ya da her ikisi. Çünkü bazen ‘Elimi uzatsam ne değişecek ki?’ diye düşünüyorum. Tıpkı biri boğulurken suya atlamayan biri gibi…Yüzme biliyorsam bile, ya ikimiz de boğulursak?”
(İçinden) “İnsanlara yaklaşmaya çalışmak, yanan sobaya el uzatmak gibi…Hem ısıtır hem yakar. Ben de arada kaldım.”
Kum saati yine boşalmıştı. Psikolog elini uzatıp ters çevirdi.
“Siz farkındalığı yüksek bir insansınız. Ama farkındalık tek başına yetmiyor değil mi?”
Aslı, gülümsedi.
“Evet. Farkındalık, harekete geçmediğinde pas tutan bir bıçak gibi…Keskinliğini korur ama kullanılmaz. Ve bilirsiniz, pas demirin değil, sahibinin ihmalidir.”
Oda sessizleşti. Kumun akışı, Aslı’nın zihnindeki cümleleri yavaşça yere indiriyordu.
(İçinden) “Belki de bu yüzden buradayım. Biri bana, ‘Hadi artık’ desin diye.”
Psikolog Aslı’nın gözlerinin içine uzun uzun baktı. Sesi yumuşaktı ama tonunda alışıldık bir kesinlik vardı:
“Hayatını kendi ellerine alman gerekiyor. Harekete geçmekten, değişmekten korkma. Ama bunun kolay olmadığını bilmelisin. Bunun için bana düzenli olarak gelmen lazım. Haftada en az iki kez. Uzun bir süreç olacak, sabırlı olman gerek. Ancak bu şekilde kendi gücünü bulabilirsin.”
Aslı başını eğdi, sözleri duydu ama içinde garip bir boşluk hissetti. O an gözleri masadaki broşürlere gözü ilişti:
“Travma sonrası dönüşüm kampı- Erken kayıt fırsatı!” Yanında bir fiyat tablosu, altına küçük puntolarla yazılmış “taksit imkânı.” “Kendi Gücünü Keşfet- 8 haftalık özel paket.” “Hızlandırılmış terapi :10 seansta yeni sen!” Aslı’nın içinden keskin bir sızı geçti. Her şey birden çıplaklaştı.
(İçinden) “Demek umut da pazara düşmüş. Demek insanın kırık yanları bile paketlenip satılıyor. Oysa ben buraya ruhumu açmaya geldim.”
Derin bir nefes aldı. Kum saatinden düşen taneler hala akıyordu ama Aslı’nın gözünde artık zamanın tükenişi değil, yeniden başlayabileceği bir anı işaret ediyordu. “Hayatını kendi ellerine al, ama bunu da düzenli ödemelerle yap.” İçinden bir kahkaha atmak geçti. Atmadı. Sadece derin bir nefes daha aldı.
“Belki de bu yüzden buradayım…Biri bana hadi desin diye. Ama anladım, o sesi satın alamam. O ses bende olmalı.”
Ayağa kalktı. Çantasını omuzuna astı. Psikoloğun kapıyı gösteren nazik ama sahte tebessümüne karşılık vermedi. Kapıyı kendi elleriyle açtı. Koridorda yürürken çantasından küçük bir defter çıkardı, bir sayfasında Albert Camus’nün şu sözü vardı:
“Kışın ortasında, içimde yenilmez bir yaz olduğunu keşfettim.”
Sokağa çıktığında ılık sonbahar rüzgârı boynunda uyuyan birkaç ter damlasını kuruttu…Karşı kaldırımda yaşlı bir adam, düşürdüğü poşeti toplamaya çalışıyordu. Aslı bir an durdu. Eskiden olsa sadece izlerdi. Şimdi yavaşça o yöne yürüdü. “İzin verin, yardım edeyim dedi.”
(İçinden) “Bazen zincir, insanın kendi elini tutan elidir. Ve o eli açmak dünyanın en küçük ama en büyük hareketidir.”
Yaşlı adam teşekkür etti. Aslı yürümeye devam etti. Gökyüzünde bulutların arasından ince bir güneş ışığı sızıyordu. O an fark etti ki, hafiflemek belki bir anda olmuyordu…Ama her kum tanesi bir gün dibe varıyordu.