Zil çaldığında, duvardaki tabloya bakıyordum. Yanlışlıkla mı çaldılar acaba? Kapıyı açtım. Yutkundum. Karşımda duruyordu. Yanılmıyorum. O. Aynı umursamaz ama özgüvenli bakışlar. Kırlaşmış saçları o zamanki gibi gür ve sağlıklı. Anımsamadı beni biliyorum. Ben onu durmadan düşünürken bir an bile aklına gelmedim, biliyorum. Yaklaşık yirmi yıldır her yerde seni aradım desem umurunda olmaz, biliyorum. Elinde, üstünde banka adı yazılı bir zarf vardı.
“Buyurun, kime bakmıştınız?”
Güldü. Konuşurken kekelediğimin ayırdına vardım. Nabzımın sesi, binanın içindeki uğultuyu bastırıyordu.
“Ahmet Bey’le görüşecektim.
“İl dışında. Ben yardımcı olabilirim.”
Kapıyı sonuna kadar açtım. İçeri girdi. Koridorda yürürken bir an arkasını dönüp, duraladı. “Şöyle geçin,” dedim, elimle odamı işaret ederek. Masamın karşısındaki koltuğa oturdu.
“Bir şey içer misiniz? Vişne suyumuz var.”
“Olur ama zahmet etmeyin.”
Koşar adımlarla mutfağa yöneldim. Meyve suyunu doldururken taşırmışım. Hızlıca kuruladım. Odaya döndüğümde, masamdaki isimliğime göz gezdiriyordu.
“Firmanın genel müdürüsünüz sanırım.”
“Evet,” dedim tepsiden bardağını alırken.
“Konuyu sizle de konuşabiliriz o halde,” dedi bakışlarında bir an yanıp sönen bir kıvılcımla.
“Tabi, yetkili benim.”
Kafasıyla olumladı.
“Müzik açsam rahatsız olur musunuz?”
Tepkisiz bakışlarla bir süre baktıktan sonra, “Tabi, nasıl isterseniz,” dedi gözlerine yansımayan bir gülücükle.
Çekmecemden o müziği kaydettirdiğim diski çıkardım.
Albümümün kısa zamanda ayırdına varılıp yayılacağını düşünüyoruz, demişti kadehlere şarap doldururken. Fırından çıkardığı lazanyanın kokusuyla, şarabın geniz yakan mayhoşluğu birbirine karışmıştı. Gece, evime yolcu ederken kasetini armağan etmişti. Defalarca dinlemekten yıpranmaya başlamıştı. Kopyalarını yaptırmıştım sonrasında.
Oturduğu koltuğa karşı binadan dolaylanan gün ışığı dörtgen şeklinde yansıyordu. Müzik başladığında meyve suyundan bir yudum aldı. İlerlemeye başladığında gözlerini kıstı. Sözlere geçtiğinde yüzü donuklaştı. Bir an kafasını kaldırıp, irileşen gözlerini bana çevirdi. Susku içinde geçen birkaç dakikanın ardından, bakışlarını pencereye yöneltti. Masamın yanındaki büfeden votka çıkardım. Bardağımdaki meyve suyunun üzerine ekledim. Elindeki zarfı koltuğunun yanındaki boş yere bıraktı.
“Size de eklememi ister misiniz,”dedim.
“Memnun olurum.”
İçki bardağını kafasına dikerek tek yudumda bitirdi. Şarkıyı dinlerken baktı bana ama tanımadı. Bakışları gittikçe uzaklaştı. Dışarı çevirdi gözlerini.
“Tazelememi ister misiniz,” dedim boş bardağı alırken.
“Evet.”
Dışarıdan gelen bir çocuk çığlığı duydum. Bardağı almak için kalktığımda pencereyi açıp baktım. Küçük bir oğlan çocuğu emziğini düşürmüş ağlıyordu. Annesi yere düşen emziği kaldırımdaki çöp kutusuna attıktan sonra, çocuğa öfkeli bir şaplak indirdi. Çocuk sustu.
“Bu sefer sadece votka olsun.” dedi omuzlarını doğrultarak.
Tanıştığımız gün de votka içmiştik. Barda karşı masamda oturuyordu, bakışmıştık. Yalnızdı benim gibi. Kadehini alıp masama gelmişti.
“Beklediğiniz birisi yok sanırım, oturabilir miyim?”
“Evet yok, tabi buyurun, memnun olurum.”
“Neden bir şey içmiyorsunuz? Bir votka da size söyleyelim.” demişti sandalyeye çantasını asarken.
Nasıl içilirdi? Sarhoş olsaydım, yurda gidince alırlar mıydı beni odama?
Minik bir yudum almıştım önce. İçten içe duyumsadığım bir titremeyle salınmıştım. İkinci yudumu aldığımdaysa engel olamadığım esrik bir kahkaha savurmuştum. Gelişigüzel etrafta gezdirdiği gözleri bana odaklanmıştı birden bire. Dudağının ucundan usul usul yayılan bir gülümseme gözlerine yansıyarak yüzüne yerleşmişti.
“Tango söylediğim bir albüm hazırladım,” demişti dudaklarına yerleştirdiği sigarasını ateşlerken.
Nasıl bir müzik olduğunu bilmiyordum ki, dinlememiştim daha önce.
“Yarın bana gel, hafta sonu zaten. Okula da gitmeyeceksin.”
“Olur,” demiştim içim içime sığmayarak.
“Paris’e gidişimin ilk senesinde tango yapan bir müzisyenle tanıştım,” demişti tellendirdiği sigarasından bir nefes aldıktan sonra. “Altı ay kadar aynı evde yaşadık,” demişti gözlerini tavanda yanıp sönen ışıklara dikerek. Akşam vakitlerinde beraber müzik yapmaya başladıklarından bahsetmişti uzun uzun. Aynı müziği burada da yapabileceğini söylemişti, izmariti küllüğe bastırarak söndürürken.
Masamda duran oğlumun mezuniyet fotoğrafına çevirdi bakışlarını.
“İki sene önce üniversiteyi bitirdi. Annesiyle ayrıyız.”
“Paris’te mi mezun olduğu okul?” dedi fotoğrafa bakmaya devam ederek.
“Evet.”
Kadehinde kalan içkisini tek yudumda bitirdikten sonra boş kadehi bana doğru uzattı.
“Ben de oğlunuzun bitirdiği okulda başladım üniversiteye ancak tamamlayamadan dönmem gerekti.”
Votkanın üzerine biraz vişne suyu ekledim bu sefer.
“Devam edebildiniz mi sonrasında?”
“Hayır, burada kaldım.”
İçkisinden bir yudum aldı.
“Bankacılık cazip mi geldi?”
“Zorunluluk.” dedi kadehi kafasına dikerek.
Babaannem vefat edince buraya dönmem gerekti ama bir süre sonra geri döneceğim, demişti şarabını yudumlarken. Paris’te çektiği fotoğrafları göstermişti tek tek. Kampüsü, gittiği sahafları, kütüphaneleri, müzeleri… Paris’e her gidişimde hepsine tek tek gittim. Oralarda onu bulacağımı umuyordum.
Gecenin sonunda bahsettiği tango albümünü koymuştu, müzik çalarına.
“Haydi bir tango yapalım, gel.” demişti.
Daha önce hiç yapmamıştım tango.
“Gel adımlarımı takip et.” demişti gülerek. Ürkek adımlarla başlamıştım onu izlemeye. Cesur ve ustaca hareketleri ele geçirmişti beni. Çekingenliği bir kenara atıp kaptırmıştım kendimi dansın ritmine. Nefes nefeseydim. Coşkulu ama ölçüsüz adımlarım onu eğlendirmişti. Müzik bitince yere yığılıvermiştik.
“Bir kadeh daha alır mısınız ?”
“Teşekkür ederim, yeterli.”
Masamın gerisinden doğrularak karşısındaki koltuğa oturdum.
“Lazanya sever misiniz?”
“Severim ama özel bir düşkünlüğüm yok,” dedi boş kadehi önündeki sehpaya bırakarak.
Duvardaki tabloya gezdirdi gözlerini.
“Yazlığım, projesini ben tasarladım.”
“Babaannemin buna çok benzeyen bir evi vardı bir zamanlar. Bahçesi bile benziyor.”
Kadehimi masanın üzerine koydum. Yanına gittim. Selamlarcasına yere çöktüm.
“Bugün lazanya yapacağım. Yıllanmış bir şarabım var, onu açmayı düşünüyorum.”
Kaşlarını kaldırarak, kafasını yana eğdi.
“Bu güzel müzik eşliğinde, akşam benimle bir tango yapar mısınız?”
“Olur, yaparım” dedi sol elini omzuma koyarak.