Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde mutlu insanlar diyarı varmış. Zaman 90’lı yılların sonuymuş. Gelgelelim küçükten büyüğe herkesin içinde bir korku yeretmiş. 2000’li yıllar gelmiş catmış. Herkesin dilinde ayrı bir senaryo varmış! Kıyamet mi kopacak? Bilgisayarlar mı çökecek? Büyük bir kaos mu yaşanacak gibi gibi. Kolay değil tabi koca bir asır bitecek yenisi başlayacakmış. Çoğu kişi muhtemelen yeni bir asrın gelişini bir daha göremeyecek. Bir asrin bitip yeni bir asrin baslamasi. Insan hayatinda ancak bir kere denk gelecek bir şey sonuçta .Herkesin kafası karışık dolayısıyla. Herkes kendisini neyin beklediğini bilmiyor, bir belirsizlik hakim. Yokluk var ama huzurda var, istediğin herşeye ulaşman mümkün değil ama mutlusun, insanlar birbirine güveniyor, sevgi ve saygı duyuyor, komşuluk ilişkileri var, akraba akrabayı koruyup kolluyor. İnsanlar seve seve evlerinde misafir ağırlıyor, misafirliğe gidiyor. En önemlisi de teknoloji yok! Teknoloji doğru kullanıldığı takdirde çok da faydalı aslında. Fakat bizden neler neler götürdü biraz bunlardan bahsetmek istiyorum. Ve bu anlattiklarimi ancak benim gibi 2000 yılları öncesini yaşayan kişiler anlayabilecek. 2000 sonrası doğumlu genç arkadaşlarımızın beni anlayabileceklerini sanmıyorum. Çok da haklılar, mukayese edecek bilgilere sahip ve hakim değiller çünkü … Şimdi kalkıp bu zamanın gençlerine, dünya avuçlarının içindeyken, istedikleri herşeye her an ulasabilirken, hersey bir internet mesafesindeyken o yılların güzelliğini, tadını nasıl anlatabilirsin ki! Çocukluğu bir apartman dairesinde dört duvar arasına sıkışmış, oyun oynamadan büyüyen, günün çoğunu okul ve internet arasında geçiren bir nesil … Ellerde ya cep telefonu ya da tabletler. İstedigi her bilgiye ulaşması saniyeler süren zamane gençlerine sen gel de ulaşamamanın, birşeyler için mücadele vermenin, ola ki ulaştığında da onu koruyup, gözün gibi bakmanın tadını anlat anlatabilirsen. Özlemenin bile yok oldugu bir zaman dilimi. Dünyanın öteki ucunda ki yakını ile bırakın konuşmayı artık görüntülü konusabilen bir nesile özlemeyi gel de anlat bakalım. 80’li yıllar … İnsanlar evlerine telefon baglatmaya başlıyorlar yeni yeni. Bu işlemler bile aylar sürüyor. Ama nerede o kaldır ahizeyi numarayi çevir ve başla konusmaya devri? Öncelikle postahane aranır, aramak istenilen kişinin telefon numarası yetkili kişiye verilirdi. En az birkaç saat postahane elemanının numarayi bize bağlaması beklenirdi. Ama o dönemlerde bu bile çok teknolojik bir gelişmeydi. Sonrasinda zaman icinde önce çağrı cihazları, sonrasinda cep telefonlari çıktı . Bizim öyle bayram seyranlarda birbirimize klişe otomatik bayram mesajı, kandil mesajı vs atma gibi bir durumumuz olmazdı. Biz bayramlarda, yılbaşı dönemlerinde en az bir ay öncesinden postahaneden kartpostallar alır sevdiklerimize tebrik kartları atardık. Uzun yaz tatillerinde görüşemedigimiz okul arkadaşlarımız ile mektuplaşırdık. Bulunduğumuz yerin mesafesine göre sanslıysak en erken 15-20 güne ulaşırdı mektup. Sıra cevap mektubunu beklemeye gelirdi. Bir 15-20 günde de cevap mektubunu beklerdik. Etti mi size koca bir bir ay. Ama şöyle ki biz hiç sıkılmazdık mesela. Hep birşeylerin oluşunu, gerçekleşmesini beklerdik ve bu bizi çok da mutlu ederdi. Bizim öyle mesela odalar, dolaplar dolusu oyuncaklarimiz da yoktu. Bu bizi yaratıcı çocuklar olma yolunda tetiklemisti. Oyunlar kurar ve oynardık arkadaşlarımızla. Sıkılmak nedir bilmezdik … Bundan bıktım bana yenisini alın demezdik mesela. Oynadığımız çoğu oyun zaten biz çocukları fiziksel olarakta aktif tutan oyunlardı. Yoktu o zamanlar spor okulları, müzik okullari, yaz okulları, kampları. Bisiklete binen, ağaçlara tırmanan, misket oynayan, ip atlayan, futbol oynayan, saklambaç, yakartop, seksek vb oyunları oynayarak, aynı zamanda sporumuzu da yaparak gelişen, zamanını değerlendiren son şanslı nesildik biz. Yoktu öyle hafta sonu hadi o kursa, ondan digerine, oradan çık spora, oradan oraya kosturulan çocuklar olmadık biz. Bizler, gelişen teknoloji ile birçok degerimizi de kaybettik. O sabırlı, istekli, tahammüllü, istediği şeyin olmasını bekleyecek, ve istediği olduğunda da onun kıymetini bilecek çocuklardan, her istediği her an gerçekleşen, beklemeye tahammülü olmayan, sabırsız, bencil, kıymet bilmeyen, hemen sıkılan doyumsuz bir nesile ulaştık … Şimdi siz gelin de bu çocuklara, gençlere postahane jetonunu anlatın, telefon kartını anlatın. Bir zamanlar birbirlerini özleyen insanların gerekirse telefon kulübeleri önünde sıra beklediğini, ama sevdiği kişinin sesini duyacak olmanın verdiği o mutluluğu anlatın.. O kısıtlı zaman içinde jetonum bitti, jetonumu yuttu telaslarini, kartın süresi doldulari, ben seni yine aramaya calisirimlari anlatın anlatabilirseniz. Ve bunların bile ne kadar büyük maddi imkansızlıklar içinde yapılmış olduğunu … Kağıttan otobüs biletlerini, uçunca elinizden peşinden nasil koştuğunuzu anlatın mesela. 2 dakikada değil 2 saatte bir 3 saatte bir kalkan otobüsleri ve o kalabalığı izdihamı anlatın mesela. Ama yine de ne kadar mutlu oldugumuzu anlatin. Sonunda ulaşacağımız, özlediğimiz insanlar olduğunu anlatın mesela. Aile bütçesine katkı olsun diye Anne ve Babalarimiza her yil sonunda kdv fislerini zarflara isleyen o elleri öpülesi çocukları anlatın. Anlatın anlatın da sizi anlarlar mi hiç sanmıyorum!!! Sevdiği, hayranı olduğu şarkıcının ilk kaseti çıktığı gün koştur koştur kasedini almanın tadını çıkartmış, o kaset teyp içinde sarınca elinde kalemle kasedin filmini sarmaya başlamış nesli anlatın. Gel de değil ülkesinde, dünyada hayranı olduğu şarkıcıya bir internet uzaklığında olan nesile anlatın anlatabilirseniz!!! Velhasıl 2000 yılı öncesi yokluk vardı ama bir o kadarda mutlu insanlar vardı. Çünkü yokluk herzaman başarıyı, değer bilmeyi, cabalamayi getirdi bizlere. Ulaşmak zor olunca elde edilen herşeyin de fazlasıyla kıymeti bilinirdi. Şimdi herşeye ulaşmak kolay olsada, bir o kadar da doyumsuz ve bencil insanlar yetişti. Kapitalist düzenin pençesine düşmüş, popüler kültürün kölesi olmuş insanlar topluluğu … Dubai çikolatası bile mutlu etmiyor artık bu yeni nesili.Hep daha fazlası, hep en son modeli, hep en popüleri için yaşar oldu kimileri. Buna rağmen hala daha ölümüne mutsuzlar!!! Bizler ise, üç kuruşu bulunca bakkala koşup çokomel alan, kağıdını tırnağımızla düzeltip, şekil verip mutlu olan, elimizde para kalırsa üzerine bir de çamlıca gazoz içip mutluluktan deliren o son vagonun şahane çocuklarıydık. Şekerli sakizlar alıp şekeriyle mutlu olan, sakizin içinden cikan mesajlarla tatli hayallere dalan masum cocuklardik. Rüya gibi … Yaşandı ve bitti … Şuan herkes bir arayış içinde. Kimisi mutluluğu, Kimisi huzuru, kimisi parayı, kimisi sağlığını, kimisi gençliğini arayıp duruyor. Herkesin herşeyi var ama ne huzur kaldı ne de mutluluk. Çünkü huzurun da mutluluğun da maddeye bağlandığı bir zamana denk geldik hepimiz. Mideler doyar oldu da ruhlar hep aç kaldı. Milenyum çağı geldi çattı ama ne sistemler çöktü, ne de bilgisayarlar! Ne de kıyamet koptu. Ama insanoğlu bambaşka bir yere evrildi. Şimdi herkes kendisini aramakta, herkes bir insana denk gelebilmenin çabasında. Insanlar istediği herşeye ulaşabiliyor ama yinede mutsuz ve ruhen aç bir durumdalar. Mutsuz, tatminsiz insanlar ordusu oluştu … Içinde bulunduğumuz Şu an da mutsuzuz, gelecekden ümitsiz ve en acısı da geçmişe dönüşün imkansız olduğu zor günlerden geçiyoruz. Tadı tuzu yok gelişine yaşıyoruz hayatı. İçine doğduğumuz zamani belirleme şansımız olmadığına göre biz milenyum oncesi çocukları çok ama çok sansliydik. Son mutlu çocuklar nesliydik. 2000 yılı sonrası doğmuş çocuklar peki? Onlarda secemiyecegine göre içine doğdukları zamanı sadece bize göre daha sanssiz nesiller diyebiliriz onlara. Ne kadar özlesek de gitti o güzelim yıllar!! Bize de yaşanan o masaldan günleri bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman için de diye anlatmak kaldı. İyi ki ler ve keşkeler dilimizde. Ne de olsa trenin son vagonuna yetisip mutlu insanlar çağına şahit olmuş bir nesiliz ..
Saygilarimla, Sosyolog & Aile Danışmanı
Nalan AÇAR