Dışarıdan gelen gürültüler yüzünden, öğlen uykusundan, sert ve ani şekilde uyandı. Başını iki yana çevirip, etrafına baktı. Sesler evden gelmiyordu. Daha henüz uyumuştu ve böyle uyandırılmak da hoşuna gitmiyordu.
Gözlerini ovuşturdu, yavaşça yatakta oturur pozisyona geçti. Gürültüler devam ediyordu. Saatine baktı. Saat neredeyse sekiz buçuk olmuştu. Daha yeni uyuduğunu zannederken meğerse dört saattir derin uykusun olduğunu anladı. Makyaj masasının önündeki koltuğun üzerinde duran, ipekten yapılmış, mavi ve kırmızı renkli desenlere sahip sabahlığını üzerine giyindi. Yavaş adımlarla odadan çıkıp salona doğru ilerledi.
Salona girdikçe, sesler daha da artıyordu. Bir an kapı açık sandı ama kapalıydı. Aynı ağır adımlarla balkon kapısına doğru ilerledi. Kapıyı yavaşça açıp, Bodrum’un klasik, küçük, beyaz badanalı, kare balkonuna çıktı. Tam ayılamamıştı. Evi yüksek olmasa da ne olur ne olmaz diye demirlere tutundu ve sokağa doğru baktı.
Evet. Gerçekten akşam olmuştu ve Bodrum’da olanlar, çoktan denizden çıkmış, evde hazırlıklarını yapmış ve sokaklara akın etmişlerdi. Eskiden kendisi de böyleydi. O da sabah erken saatlerde bu balkonda kahvaltısını yapar, henüz çok kirlenmemiş olan Bodrum Merkez’de yer alan sahilden denize girer, akşamüzerine doğru eve dönüp, duşunu alır. Hazırlığını özellikle de makyajını yapıp, harika elbiselerden birini seçip, sevgilisinin kapısına gelmesini bekler ve onunla akşam yemeği yemeğe giderdi.
Dışarıda gezinen hoş giyinişli, alelacele hazırlanmış, yarı ıslak saçlı kadınları görüp, kendine iç geçirdi. Sonra sokağı boylu boyunca gözledi. Hınca hınç doluydu. Daha da eğlence vakitleri de tam gelmemişti. Şu saatler, restorana gidip, akşam yemeği yeme saatleriydi. İçinden: “Ah benim gençliğim” diye geçirdi.
İki adım kadar geriye giderek, balkon masasını kaplayan oyalı örtünün üzerinde duran sigara paketinden bir sigara çıkarttı, ağzına koydu ve derin bir nefes çekerek yaktı. Bir derin nefes daha çekti. Bu sefer dumanı kesik kesik dışarıya saldı. Masanın üstünde duran, mermerden kül tablasının içine sigarasını yerleştirdi.
Sigarası, kül tablasında hafif hafif yanarken, o da mutfağa doğru biraz hızlı adımlarla gitti. Buzdolabını açtı ve her zaman içtiği markadan olan rakısından büyükçe bir rakı bardağına sek rakısını koydu. Eli sürahiye gitse de kendi kendine: “Yahu bunun da seki bambaşka güzel. Her şeyi sadesi güzel olduğu gibi…” dedi. Elinde rakısı, balkona gitti. Masaya bardağını koymadan bir yudum aldı, içti. Ardından sigarasından uzun bir nefes çekip etrafa baktı.
Yine balkonun demirlerinin oraya doğru gitti ve aşağı eğildi. “Ah!” dedi kendi kendine. “Şimdi beni bekleyen olacaktı da şu aşağıda, ben de rakı bitene kadar onu bekletecek bir de makyajı da yapıp öyle inecektim.”
Balkon duvarına asılı saatine baktı. Önemli bir porselen markasının hediyesiydi. Hala mükemmel çalışıyordu. En az yirmi yıllıktı. Hey gidi hey! Onun verildiği zamanı anımsadı. Simsiyah bir elbisenin içinde, üzerindeki taşlar, renkli ışıklarla parıldarken, altın rengi bir tepsi içinde yanında iki şampanya ve üzerine dökülen gül yapraklarıyla ona verilmişti.
Kolay değil. Yılların Safişiydi o. Ünlü sahne yıldızı Safiye. Kim bilir kaç yıl olmuştu? O sahnelerdeki, parıltılı elbiseli Safiye olmayalı kaç sene, kaç ay, kaç gün geçmişti. Sevgilisinin onu en ön masadan, çılgın alkışlarla izleyip, ona iltifat edip, laf atanlara sert bakışlarla karşılık verdiği günlerin üzerinde neler neler geçmişti. Hatta o sevgilisi…
Rakısından büyükçe bir yudum alıp, içeriye geçti. Plakların olduğu çekmecesini açıp, içeriden kendisine ait bir plağı eline aldı. Balkona doğru yürüdü ve masanın üzerine koydu. Sigarasından bir duman daha çekip bu sefer de içerideki plakçaları balkona doğru getirmeye çalıştı ama getiremedi. Bir daha denedi ama yine ağır geldi. İçten içe kendine güldü. Sonra yürüyüp, balkondan plağını aldı ve plakçaların yanına getirdi.
Dışarıdaki sesler gittikçe artıyor saat de dokuza doğru ilerliyordu. Ah sevgilisi! Son sevgilisi. Birazdan kapısını çalacak, o da makyajı tamamlanmış olarak, tüm dişiliğiyle kapıyı açıp, onun karşısına çıkacak ve onun koluna girip Han Restoran’a gidip akşam yemeklerini yiyecekler ardından da sahnesi varsa sahne alacağı yere gidecek yoksa da bir yerlerde içip, eğlenecekler gecenin derinliklerinde de Halikarnas’ta eğlencenin zirvesine ulaşacaklardı.
Ah sevgilisi! Son sevgilisi, başka biriyle evleneli tam otuz sene geçmişti. O şaşalı günler biteli. Makamlı şarkıları okuyup da hayranlıkla izleneli tam otuz sene. Popüler müziğe yenilip, o gazinolar dağılalı otuz sene geçmişti. Kendisi de seksen yaşlarına varmıştı. Şimdi sevgilisi gelip, onu çıkartmaya kalksa hali de yoktu. Adamın var olan çocuklarına bir de üstüne yeni evlendiği kadından da iki çocuğu olmuştu. Şimdi Bodrum’un merkezinde değil, çok daha lüks bir sayfiyesinde, ailesiyle keyfine bakıyordu.
Peki ya öncekiler? Bu adam için vazgeçtikleri? Onlar da çoktan torun torba sahibi olmuşlardı. Hatta bazıları ölmüştü. Haberlerini arada başka kişilerden ya da gazetelerden alıyordu. Hele bir tanesi vardı ki… Belki de çok iyi bir insan olduğu için en çok taviz verdiği adamdı. Ah o iyi adam. Ah o sandığı adam, insan kaçakçılığı yaparken Bodrum’dan yola çıkıp Kos açıklarında teknesiyle batıp ölmesin mi? Nasıl da insan sarrafıydı? Belki, tam da bu sebepten, şu yaşında yalnız kalıvermişti. Kimsesizdi. Arada birkaç eski hayran, balkonda onu görüp, hasbelkader tanıyıp selam verince, kapısını çalınca geçip gidiyordu yalnızlığı.
Artık dışarı da çıkabilecek dermana sahip de değildi. Marketten alacaklarını istiyor, onlar da getiriyordu. O, sahnelerde saatlerce şarkılar söyleyip, dans eden Safiye, şimdi yalnız ve yaşlı Safiye kadın olmuştu. Sanmayın ki lüksünden ve modasından vazgeçmişti. Hala o harika kıyafetlerini evinde giyiyordu. Kimse görmese de o, aynaya bakıp, ünlü sanat musikisi yorumcusu Safiye’yi aynada izliyordu.
Hey gidi yalnızlık hey! Han Restoran’da acaba yediği yemekler aynen duruyor muydu? Şimdi yalnız gitmek de olmazdı? Koyardı be! O sevgilili masalar. Sonradan gelen arkadaşlarla on, on beş kişi oluşlar.
İçinden: “Aman…” dedi ve plakçaları ayarlamaya devam etti. Sonrasında şarkılarını okuduğu plağını alıp, plakçalara koydu. Hafif cızırtılardan sonra şarkı giriş yaptı. Sonra…
Sonra o ünlü şarkıcı Safiye, plakçalardan okumaya başladı:
SENELER NE OLUR GELMEYİN ÜSTÜME
SAATLER DURUN BİRAZ ÖMRÜM BİTİRMEYİN
Şarkı çalarken: “Ah gençliğim” dedi ve rakısından bir büyük yudum daha aldı. Hafif sarsıldı. Ayakta dururken rahat edemeyeceğini anlayarak, yakındaki sandalyeye oturdu. Bir yudum daha aldı: “Ah ah o günler” dedi kendine. Duvardaki takvime baktı; hala inadına o yılın takvimini kendine getirtirdi, hangi yılda olduğuyla tekrar yüzleşti. Seksenli yaşlardaydı bir daha anladı. Yine Bodrum’da, sıcak bir gün batımı sonrası akşamındaydı. Ama artık seksenlik Safiye’ydi. Oturduğu yerde öylece durdu. Her dizede, rakısından bir yudum daha alarak şarkısını dinlemeye devam etti.