Seksen, seksen, yüz seksen, yirmi daha iki yüz.
Çekmeceden çıkardığı parayı saydı, tutuşturdu koca dağlının eline. Hesap tamamdı. O köyüne, Kayapa’ya yola koyuldu, İdris Dayı da kömürleri yerleştirmeye.
Günlük işler çoktan başlamıştı meyhanede. Sabah çorbasının sonlarıydı. İçeride tek müşteri vardı. Dayı, (bütün kasaba ona ‘Dayı’ derdi) Aliş Abi’den önce gelip ocağı yakmış, akşamdan hazırladığı işkembeyi kaynatmıştı. Taze işkembe, ekâbirin vazgeçilmeziydi. Aksatılamazdı.
Kömürden sonra öğle hazırlığı başlayacaktı. Köfte işi patronundu, Dayı o işe karışmazdı, birazdan gelir, Kasap Hasan’dan getirilen on kilo kıyma, tezgâhın yanındaki masaya yatırılır, harcı, karıştırması derken huni gibi bir aletten geçen parmak parmak köfteler büyük bir tepsiye dizilir, oradan da doğru buzdolabına, vitrinin sol başına. Vitrin dediysek de abartmayalım hani: Bir buçuk metrelik bir alan. İçinde önceki günden kalma mezeler, peynir, bir iki de yeşillik filan işte.
Neyse uzatmayalım, biz dönelim Dayı’ya, İdris Dayı’ya yani: Ufak tefek bir adam. Kırış kırış suratında on günlük bir sakal mesken tutmuş, küçük boncuk gözleriyle hep bir tebessüm hali. Hani biraz daha ağır takılsa dükkânın sahibi zannedersiniz. Ocakçı deyip geçmeyin. Mekânın her şeyi, bir anlamda. Çorbanın, sulu yemeklerin sorumluluğu, Rodop Köfte’nin,- işler sakinken, Aliş Abi yokken- pişirilmesi, bulaşık, temizlik, masaların çekip çevrilmesi, girdisi çıktısı, dükkânın alış verişi…
Masaları tekrar siliyor. Dördüncüsünde şimdi, iki büyük ve altı da küçük var daha elden geçirilecek. Çorbaya son gelen kasabın oğlu Necil’le laflıyor bir yandan. Konuşma bölünüyor:
- Dayı, bu hesapta bir yanlışlık var.
Dağlı Recep geri dönmüş.
- Ne diyorsun gülüm, ne yanlışlığı?
- Yolda saydım giderken, para noksan. Bizim kömür iki yüz kayme tutmadı mı?
- He be gülüm, tuttu.
- Ama burada yüz seksen var.
Dayı, dağlının elinden çekeledi aldı parayı, saydı. Tamamdı.
- Seksen seksen yüz seksen, yirmi daha iki yüz. Tamam be gülüm.
- Allah Allah. Doğru dersin be dayı. Ben yanlış saymışım demek yolda.
Çıkıp gitti ikinciye. Birazdan gene gelecek biliyoruz. Biz yine dönelim Dayı’ya. Lafları yuvarlayıp bir sevimlilik kattığı konuşmasıyla çorbasını içen gençle laklak etmeyi sürdürüyor. Konuşma dedim de aklıma geldi. Dayının konuşması, tipiyle birlikte bildiğin Sami Hazinses. Elindeki bezi sol omzuna attı, sağdakini alarak bir kat daha geçmeye başladı masaları. Birazdan öğle yemeği için dolardı buralar, hele akşam, tıklım tıklım. Temizlik önemli tabii. İnceden gelen bir ıslıkla masaların temizliğinin bittiği anlaşıldı, o da ocağa geçti. Izgara için son hazırlıklar. Islık, ocak başında iyiden iyiye şarkıya dönüştü: “Senin en güzel yerin / kahverengi gözlerin…” Izgarayı tel fırçayla temizledi bir güzel. Şimdi de hafif kuyruk yağı. Çoban salata hazırlıklarına giriştiğinde kapıdan seslenildiğini duydu, çıktı tezgâhtan. Geleni tahmin ettik tabii: Dağlı.
- Gene ne oldu be gülüm?
Kapıdan çıkan kasabın çocuğuna baktı, ‘neler oluyor bu dağlıya?’ der gibi bir el hareketi. Necil’de müstehzi bir gülümseme, muhabbeti dinleme derdinde. Birkaç adım attı Dayı, dağlı da ona doğru ilerledi. Gene elde paralar…
- Bu para eksik dayı, kesin!
- Seksen, seksen…
Konuşmayı genç Necil böldü.
- Dayı, seksen seksen yüz seksen etmez!
- Ya ne edermiş?
- Yüz altmış!..
- Hoppala! Eee?
- Eee’si: Yüz altmış üzerine bi’ yirmilik verdin ya, onunla yüz seksen eder. Bi’ yirmilik daha fişekleyeceksin yani.
Durdu, durdu, etrafına bir baktı:
- Hadi ya…
21.10.2024
Namık Budak
namikbudak@gmail.com