Süheyla kapının önüne çökmüş oğullarıyla gelinlerinin fabrikadan gelmesini bekliyordu. Sabahın kör karanlığında çoluk çocuğu başına bırakıp yollara düşüyorlardı. Yaşlı başlı haliyle onlara yetişmeye çalışıyordu. Sokaktan akan pis sulara baktı. Yalın ayak bir kız çocuğu sümüklerini yalayarak geçti. Yan komşudan kavga sesleri geliyordu. Bir kamyon evin bitmeyen kısmına yanaştı. Şoför camdan başını çıkarıp “Feridun Abi’nin evi burası mı?” diye sordu.
“Evet evladım.”
“Geçen hafta çimento ve kireç siparişi vermişti. Nereye indirelim?”
“Şöyle bırakın,” diyerek duvarın kenarını gösterdi.
Çocukları yıllardır başlarını sokacak bir dam için çalışıyordu. Bu sefer bitecekti demek. Köyden gelmekle iyi mi yoksa kötü mü yaptıkları son zamanlarda sık sık aklına düşer olmuştu. Ne oraya sığabilmişler ne de bu büyük şehre alışabilmişlerdi. Çömeldiği yerden kalktı. İçeri girip kapıyı arkadan telle tutturdu. Küçük torun ayaklarına yapıştı. Almak için eğilince belini zorla doğrulttu.
“Nine acıktım ben.”
“Birazdan gelir ananla baban,” derken sırtını sıvazladı. Çocuk ağlamaya başlayınca yere indirip “Gel bakalım mutfağa,” dedi. Bir dilime yağ sürüp üzerine tuz serpti, uzattı.
İçeriye seslendi. “Fadik saat kaç?”
“Yedi buçuğa geliyor nine.”
“Sofrayı kurun hadi. Herkes gelir birazdan.”
“Ders çalışıyorum ama ya. Leyla’yla Meryem kursun bu akşam.”
İçeriden kızların itirazları duyuldu.
“Alacağım elime oklavayı ha. Altı üstü bir sofra kurulacak. Cevabınızı gelince babanıza verirsiniz.”
Süheyla pencerenin kenarına oturdu. Fabrikada çalışanlar geliyordu yavaş yavaş. Henüz onlardan kimse görünmüyordu ortalıkta. Camı açtı. İçeriye kömür ve naylon kokusu doldu. Seslendi.
“Nevriye bizimkilerle karşılaşmadın mı?”
Kadın, “Yok, görmedim teyze,” deyip adımlarını hızlandırdı.
Süheyla, “Ne dediysem kaçar adım uzaklaştı bu da,” diye söylendi.
Kızlar itiş kakış sofrayı kurdu. Hava iyice karardı. Ne gelen vardı ne giden. Hadi Feridun’la Esma gelmemişti. Bazen mesaiye kalırlardı. Hamdi’yle karısı neden gecikmişti? Dilaver niye yoktu ortalıkta? Gerçi bekâr adam. İşten hemen eve gelmesi gerekenler yokken ona mı kızıyordu. Bir kara kedi zıpladı duvardan karşı evin damına. Hemen üç defa saçını çekti. Sokak lambası yandı söndü, yandı söndü, kesildi.
Kavga eden torunlarına çıkıştı. “Ne kafa şişirdiniz be. Vallahi bu akşam size bir terbiye versinler diye çekeceğim zılgıtı.”
Sokağın köşesinden bir otomobil döndü. Sesi tüm mahallede yankılandı. Geldi evlerinin önünde durdu. Kapıyı açtı. Hamdi ve karısı yengelerinin koluna girmiş başları önde duruyorlardı. Dilaver arkalarındaydı. Yanında takım elbise giymiş kelli felli bir adam dikiliyordu.
“Feridun!?”
Soğan kokusuyla kendine geldi Süheyla. Duyduklarını yorgun hafızasında toparlamaya çalıştı.
Düşmüş Feridun… Fabrika sahibi kan parası verecekmiş… Onun adamıymış Dilaver’in yanındaki… Konduyu tamamlarlarmış… Olmuş bir kere… Çare yokmuş…
En son adamın yakasına yapıştığını hatırladı. Acıyı yeniden tüm hücrelerinde hissetti. Dizlerini dövmeye, göğsünü yumruklamaya başladı. Aklına bir şey gelmiş gibi yerinden doğruldu. Sobanın yanındaki baltayı aldı. “Yıllardır bir konduramadık ha,” diyerek gecenin bir vakti evin bitmemiş odasına yürüdü.