Yağmur damlaları gri siyah bulutlarda asılı kalmış gibi, düştü düşecek. Toprakta pembeden kahverengiye dönüşen tonlar… Ağaçların bazı kökleri hızını alamayıp yeryüzüne çıkmış, belki de öfkeden. Birbirine karışmış kimi, yanlış bir yerde ne yapacağını bilmez haldeler sanki. Havada bu zamana dek hiç duymadığım ya da hatırlamadığım bir koku var. Birkaç kokuyu anımsatsa da aynı değil hissettiğim. Hava hem soğuk hem sıcak gibi, hem de ılık ve serin.
Bir düşte miyim diye soruyorum kendime. Cevap bulamıyorum. Düş olsa her istediğimi yapabilir miydim böyle? Adım atıyorum, ellerimi uzatıyorum dallara, köklere dokunuyorum. Hatta şimdi koşuyorum nereye gideceğimi bilmeden. Zeminin sertliği ayaklarımı acıtıyor, biraz da hızımı kesiyor. Yol olsaydı bir yerlerde, mutlaka ulaşırdım diyorum ama yok.
Biraz soluklanmak için olduğum yerde duruyorum. Burası binlerce, yüz binlerce lambayla aydınlatılmış gibi. Gökyüzünden inen ışıklar gözlerimi kamaştırıyor. Bir kuş sürüsü geçiyor sıra halinde. Çığlıkları dakikalarca yankılanıyor, toprak hepsini yutuyor sonra.
Bütün ağaçlar aynı elden çıkma gibi, neredeyse birbirinin eşi. Dalların sayıları bile eşit sanki. Bir resmin içinde miyim? Neredeyim ben?
Açlık ya da susuzluk hissetmiyorum. Yorgun dizlerim beni yavaşlatıyor. Bir süre sonra ağaçlar seyrekleşiyor. Yumuşayan toprakta küçük büyük ayak izleri…
Kaç dakika geçti bilmiyorum. Belki de saatlerdir buradayım. Buradan önce nerede olduğumu bile hatırlamıyorum. Adım yok. Eğilip baktığım çamurlu botlarım, kıyafetlerim, ellerim… Her şey bana o kadar yabancı ki…
Ellerimle yüzümü sıvazlıyorum, sonra bir bir yokluyorum burnumu, yanaklarımı; yüzümün her yerini… Alnımdaki kırışıklıkları hatırlıyorum birden ama yok! Hepsi yüzümü terk etmiş. Etrafta su birikintisi olmadığına hayıflanıyorum, çünkü ben sanki bir yabancıyım kendime. Hayal meyal hatırladığım kendim, çok uzak gibi şu anda hissettiğim, etten kemikten ben’e…
Ne kadar yürüdüğümü bilmiyorum. Sızlıyor ayak bileklerim. Olduğum yere uzanıveriyorum. Gökyüzünden ışıklar iniyor gibi. Toprağa doğru filizleniyorlar. O kadar çoklar ki. Gözlerimi kapattığımda başım dönmeye başlıyor. Sonra bir tanıdık koku: Tütün kolonyası. Çocukluğumu hatırlar gibi oluyorum. Dondurma külahının kokusu gibi bir koku daha var etrafta sanki. Eski radyodan çalan bir türkü sesi yükseliyor, açamıyorum gözlerimi. Bu büyü bozulmasın hiç.
Defne ağacının kokusunu duyuyorum sonra. İçimde tarifsiz hisler. Burnumda aynı anda onlarca koku duyuyorum sanki. Hepsi ayrı ayrı hissediliyor hem de.
Belki de durmuştur zaman. Açmıyorum gözlerimi. Kendimi boşluğa bırakır gibi zamanın kollarına bırakıyorum…