“Yok bir şey… “
Hayatta bazı şeylere karşı bu şekilde tepki veririz. Yani “yok derdimlik” yaparız ve yok dedikçe de durumun içinde kayboluruz. Hayatta bir şeyler olur ve bunların ne anlama geldiğini çok önemsemeyiz çünkü önemsedikçe daha kötü sonuçları olacağına inanırız, bu anlayış ne kadar bir yanılgıdan ibaret olsa da. Üzüldüğümüz zaman karşı taraftan “bir şey mi oldu, neyin var, neden böylesin” tarzı söylenimlerini duyarız ve o an bir durup düşünerek klasik cevaplarımızdan birini veririz. Yani “yok bir şey ya normal halim, ne olabilir ki” diyerek durumu kendimizce geçiştiririz. Ama olacak olanlar bunlarla sınırlı değildir çünkü bastırdığımız, kaçtığımız ne var ise o daha farklı bir şekilde farklı bir durumda ortaya çıkar. İçimize attığımız çoğu şey birike birike büyük bir yorgunluk oluşturur ve bunları çözmenin zorluğunu da yaşayarak görürüz. Hayatta kalabilmek için de bu durumlarla daha da cebelleşiriz. Cebelleştikçe de durum farklılaştığını görerek kaybolduğumuz yolları aramaya başlarız.
Yardım arayışının son duraklarına gelmişizdir oysaki.
Ancak olanları kabul etsek ve ne yaşandıysa onu orada o durumda yaşasak belki de daha güzel sonuçlar elde edebileceğiz. Bu her zaman mümkün olmayabilir ama kendimize dair şeyleri görmezden gelerek nereye ne zamana kadar devam edebiliriz? Devam ettiğimizde de elimizde kalanlara ne olur ve kalanlarla da yetinebilecek miyiz?
Bu kez de yaşanılacak olan diğer durumlara karşı dayanma gücümüz kalmaz ve tepki verme biçimimiz bile değişikliğe uğrar. Bu dayanıklılığı bir depo olarak düşünebiliriz, bu depomuzu doldurmazsak ve boşaldığını da çok önemsemezsek sonuçlarına katlanmak durumunda kalırız. Ama bu deponun içindekilerini gerektiği yerde gerektiğince kullansak ve buraya yeterince önem versek daha güzel sonuçlarla karşılaşabiliriz. Sağlıklı bir şekilde tepki verebiliyor olmanın önemini orada görürüz.
Son zamanlarda bilim dünyasında da çokça gördüğümüz bir durum vardır; yaşadığımız durumların izi kaldığını, bedenin ise bu izleri biriktirdiğini ve başka durumlarda ortaya çıkarttığını görebilmekteyiz. Bu durumu kendi hayatımızda da yaşamışızdır. Bedenimiz kayıt tutuyor, üzüldüğümüz durumlarda bedenimizde neler değişiyor, beden bu duruma karşı tepkisini nasıl veriyor ya da veremiyorsa?
Kabullenmenin getirdiği rahatlıkla devam edebiliriz hayatımıza. Kabullendikçe beden de “sorun yok, hallediyorum” der ve ona göre davranır. Beden, kendi içerisinde rahatlığını yaşar ve diğer durumlara karşı gücünü biriktirir, her duruma karşı sağlıklı olanı vermese de (ki bu imkansızdır) tepkisini verebilir ve biz de bunu fark ederiz. Fark ettikçe de sorumluluk almamız gerekir çünkü o durumu fark edip bir şeyler yapmadıkça sorunların çözülmesini bekleyemeyiz tam tersi şekil değiştirdiğini görürüz.
O an bu durum acı verse de sorumluluğunu alarak “bu durumu fark etmek acı veriyor ama bu acıyla yaşamamak da benim elimde ve bunun sorumluluğunu alıyorum, ne olursa olsun bu durumdan çıkmak benim elimde” diyerek durumu kendi lehimize çevirebiliriz. Bu durumdan kaçarak ve saklanarak bir şey elde edemeyiz tam tersi elimizdekileri kaybederiz. İnsanların ortak bir özelliği de şudur ki, elindekileri kaybettikçe değerini anlıyor. Hasta olunca sağlığın ne kadar önemli olduğunu o acıyı çekerek anlarız ve kendimize tutmayacağımız sözler vererek ve bunu bilerek ya da o durumdan çıktığımızda unutarak sağlığın önemini anladığımızı ve artık kendimize iyi bakacağımızı söyleriz. Bu durumun devam etmesini istiyorsak da bu farkındalığımızı unutmayarak ve taze tutarak belki de sürekli yenileyerek devam etmemiz gerekir.